Cyberpunk bir gelin görümce kavgası: Altered Carbon
Richard K. Morgan'ın 2002 tarihli romanı Altered Carbon'ın Netflix orijinal dizisi olarak uyarlanması son zamanların –en azından bir kesim tarafından– en heyecanla beklenen televizyon olaylarından biriydi. Bu heyecanın kaynağının büyük bir kısmıysa Netflix'in dizi için hayli erken ve biraz da agresif denebilecek bir tanıtım silsilesine girişmesiydi muhtemelen.
Son haftaların sıkça reklamı döndürülen yapımlarından Bright'ı yayınlanmasına kısa süre kala içimde iyiden iyiye palazlanan bir heyecanla beklemiş, filmi izlemeye başladıktan yaklaşık yarım saat sonra iPad'den çiftçilik oyunumu açıp bir yandan filmi izlerken diğer yandan tarlaya patates ekmekte beis görmemiştim. Altered Carbon elbette Bright kadar "çıtırlık" bir yapım değil ancak asla bir Blade Runner da olamaz.
Dizinin olurunu olmazını birlikte tartışmak için sizleri her zamanki gibi bolca sürprizbozanlı aşağıdaki satırlara davet ediyorum. Geliyor musunuz?
Yabancı bedenlerde dijital sürgünler
CTAC (Colonial Tactical Assault Corp. Bir çeşit SWAT) üyesi olarak geçirdiği yılların ardından kendilerine Elçiler diyen bir asi grubunun arasına katılan Takeshi Kovacs, bilincinin CTAC'ye esir düşüp buzluğa atılmasından 250 yıl sonra, karnında on ikili baklavası bulunan CGI kılıklı bir bedenin içinde uyanır. Kovacs'ı uyandıran şahıs ortamların en zengin kişisi Laurens Bancroft'tur. Ortalama insanlar yüzeyde yaşayıp outlet bedenlerde hayatlarını sürdürürken Bancroft ve onun gibi "Meth"ler bulutların üzerinde ve kendi klonlarının içinde yaşamakta, Cloud'a attıkları bilinçlerini düzenli olarak otomatik güncellemektedirler. Bunlar öyle zengin insanlardır ki, bir insanın kendi bedenini klonlatması bile son derece pahalı bir iş iken, klonlattıkları bedenlerin kukusunu götünü feromon salgılayacak şekilde modifiye ettirirler ki sabahlar olmasın.
Meth Bancroft, uyanır uyanmaz herkese hassiktir çekmeye başlayan ve kimseyle asla anlaşamayan Mothafucka Kovacs'ı aslında bir dedektiflik işi için uyandırmıştır: Kendi cinayetini çözmek. Evet, birileri Bancroft'un kafasına sıkmıştır ve bunu Bancroft'un belleği yedeklenmeden önce yaptığı için adam failin kim olduğunu hatırlayamamaktadır. Ece Sükan'a şaşırtıcı şekilde benzeyen Kristin Ortega isimli bir polis Bancroft'un katilini bulmak için çalışmış, adamın intihar ettiği sonucuna varınca Bancroft "Ben intihar edecek adam mıyım ya, hassiktirsinler" diyerek hırs yapıp kadına bilenmiştir. Saçma tabii düşününce. Ya sen koskoca Meth'sin böyle küçük işlerin adamı mısın Bancroft? Küçük adam mısın sen? Dizinin sonunda Bancroft'un aslında gerçekten de kafasına sıktığı ortaya çıkar bu arada. Ne biçim göt olmuştur haha iyi oldu pezevenge.
Neyse, herkesin bir şekilde birbirine acayip kızgın olduğu seks dolu karanlık bir dünya resmediyor dizi özetle. Bu karanlık dünyada çözülmesi gereken bir o kadar karanlık bir ölüm ve o ölümle bağlantılı pek çok sır var. Buraya kadar her şey yolunda. Ta ki Reileen Kawahara sahneye çıkana kadar.
Boşa geçen yıllar ve büyük buluşma
CTAC için çalışan Kovacs'ın asilerin safına katıldığını söylemiştik. Annesinin katili kötekçi babasına –kardeşini korumak için– sıkan Kovacs kardeşinin iyi yürekli bir aileye verilmesi koşuluyla CTAC himayesine girmeyi kabul eder. Aradan yıllar geçer, Kovacs bir iş için Yakuza'ya baskına gittiğinde kız kardeşini görür. Meğer CTAC kız kardeşine iyi bir aile bulmakla uğraşmamış, el kadar kız Yakuza'ya mal gibi satılmıştır. Reileen ise Yakuza'da geçirdiği yıllar boyunca kılıçlı kelepçeli envai çeşit dövüş öğrenmiş, kaçın kurası olmuştur.
Lafı çok sulandırmayayım, abi kardeş yıllar sonra buluşurlar ve kaderin bir cilvesiyle Quellcrist Falconer isimli aşırı derecede sikerro bakışlı bir kadının liderliğinde Protectora'ya karşı duran bir ekibe katılırlar. Reileen biraz temkinli davranır ama Kovacs'ın Falconer'in posta koyar tavırlarına dibi düşer ve hemen çeteye katılmayı kabul eder kardeşine danışmadan öküz herif. Zamanı gelip de Falconer "Bu bilinç gezdirme işi iyi de zenginler uzun yaşıyor fakirler yaşayamıyor o yüzden sisteme virüs atalım 100 yılı dolduran otomatik kapansın" dediğinde de hemen kabul eder. Oysa kardeşi yaşamak istemektedir, haklıdır da yani düşününce.
Burada hikâyeye dair naçizane hayli anlamsız bulduğum nokta, ölümsüzlük teknolojisinden kurtulmak isteyen Falconer'in o teknolojinin bizatihi mucidi olmasıyla hayat buluyor. Anlıyoruz ki bu teknolojiyi herkese yayabilecek bir akla sahip kendisi. Bu denli büyük bir buluş, Meth'lerin veya parasını verenlerin tekelinden alınıp herkese yayılacak şekilde geliştirilemez mi? İşte bunun cevabını bulabilirsen o zaman gerçek bir lidersin Falconer.
All hail to the Görümce
Kovacs ile Falconer arasında hafif tartışmalı başlayan ilişki tahmin edebileceğiniz üzere aşka dönüşüyor ve deniz kenarında günlüklere yazı yazmalı, sevişmeli acayip bir gün geçiriyorlar birlikte. Buralar hep boş sahne, gerçekten, hiçbir derinliği yok. İlk karşılaştıkları an itibarıyla günün birinde sevişecekleri belli olan iki karaktere birlikte ne kadar badire atlatırsanız atlatın, o sevişmeden izleyiciye kaydadeğer bir his ulaşamıyor maalesef. Ece Ortega ve Mothafucka Kovacs'ın ilişkisi de, aynı şekilde, sevişme sahnesi başladığında çay demlemeye mutfağa götüren türde bir ilişkiydi açık konuşmak gerekirse. The Vampire Diaries mi izliyoruz, bu kadar boş romantizme gerek var mı ya ilk sahneden ver seksi bas geç esas konuya.
Neyse; velhasıl 250 yıl önce Sikerro Falconer, 250 yıl sonra Ece Ortega derken Kovacs'ın gönlünden iki kadın geçiyor ve tüm insanlığın gerçekliği geri dönüşü olmayacak şekilde sarsılıyor. Neden dersiniz? Çünkü Kovacs'ın kız kardeşi Reileen korkunç bir görümce ve kardeşini hiçbir kadınla paylaşmak istemiyor. İşte size Altered Carbon'ın özeti: Görümceyi kızdırmayın.
Falconer'in insan ömrünü 100 yılla sınırlama projesinin asla gerçekleşememesinin ve Falconer dahil tüm asilerin ölmesinin sebebi Reileen. Kardeşine kavuşmak için 250 yıl bekledikten sonra onu Bancroft'a öneren ve böylelikle Kovacs'ı hayata döndüren de Reileen. Kovacs Ece Ortega ile seviştiğinde sinirlenip Ortega'nın hayatını zindana çeviren ve kadının tüm ailesini katleden de Reileen. Yani Altered Carbon diye izlediğiniz koca hikâye, tüm büyüleyici detaylarıyla, her bir ilmeği Reileen'in korkunç bir görümce olması sayesinde örülmüş devasa bir anneanne kazağı gibi. Başlarda kemiklerinizi ısıtmıştı ama üzerinizde kaldığı her dakika sizi içeriden içeriden biraz daha fazla yakıyor.
Hikâye o kadar Reileen üzerine kurulu ki gökyüzündeki konulu genelevin işletmecisi de o çıkıyor, müzedeki çocuk da... Yılanın içine insan belleği koyan Meth de o, elalemin peşine tetikçi takan gizemli adam da. Her şey kardeşi başka kadınlara gitmesin de ona kalsın diye. Ya, işte böyle abi, bunları gör de yat kalk dua et benim gibi bir kardeşin olduğu için. Yenge hanıma selamlar.
Birkaç ilginç soru
Böyle söve söve anlatınca Altered Carbon lanet bir diziymiş gibi algılandı belki, elbette değil. Nihayetinde emeğe saygı. Kabaca özetlemek gerekirse, Altered Carbon, bilim kurguyla pek sıkı fıkı ilişki içinde olmayan izleyiciler için son derece tatmin edici bir dizi bana kalırsa. Sorduğu çok sağlam sorular, sergilediği taş gibi bedenler, elbette belirli bir standardın üzerinde bir görsellik ve çözülmesi için ortaya bıraktığı koca bir gizem var. Sevilesi bir dizi. Ancak hayatınızın hatırı sayılır bir kısmında zihninizi Star Trek ile terbiye ettiyseniz ve Blade Runner denildiğinde aklınıza ilk gelen Ryan Gosling'in ölü balık bakışları değil de 1968 yılında yayınlanmış bir kitapsa, Arthur C. Clarke okuyup "Ulan ya cinler aslında uzaylıysa?" diye bir anlığına da olsa düşündüyseniz bu diziyi izleyip tatmin olmanız bence pek mümkün değil. (Kitabı tüm bu sohbetten muaf tutuyorum elbette, tüm sözüm diziye.)
Ancak, dediğim gibi, dizi sağlam sorular da soruyor. Örneğin beden ve bilinç meselesi. Bilincin farklı bedenlerde canlanabildiği ve insanın kendi bedenine sadakatinin biraz da fantezi ve lüks görüldüğü bir dünyada, âşık olduğunuz bilincin karşınıza hangi bedende geldiği ne kadar önemli olabilir?
Ortega'nın yemeyip içmeyip sevgilisi Ryker'ın bedenini muhafaza etmesinde Ryker'ın bedenini maşallahı olmasının yanı sıra ne gibi bir motivasyon var tam kestiremedim. Ortega'nın biraz "tutucu" bir aileden gelmesi mi? (Ama nineyi cigaratörün bedenine koymuştu.) Yoksa Ryker'ın kendi bedenini isteyeceği düşüncesi mi? (CGI gibi adam sonuçta, kim bilir kaç yıl uğraşmıştır o baklavalara). Galiba sebep ikincisiydi, o kısım bende pek oturmamış galiba kusuruma bakmazsınız.
Öte yandan, Vernon ve karısı Ava arasındaki ilişki bence dizideki tek hisli, samimi aşktı. (O değil de, Ryker geri döndüğünde nasıl da göt olmuştur ya... Düşünsene; yok yere bilincini dolaba koymuşlar, sevgilin senin bedenindeki başka bir adamla sizin evde altlı üstlü sevişiyor. Çıldırırsın.)
Dizideki yapay zekâların da pek kıymeti bilinmedi bana kalırsa. Kumar masasındaki sohbetlerden biraz daha fazla görseydik ne güzel olurdu; TNG'nin meşhur bölüm sonu/başı kumar sahneleri ile Holodeck fantezileri arasında duran derinlikli sahnelere gebe bir mekân harcandı gitti.
Gökyüzü genelevindeki korkunç düzenek ve kandırılan kadınlar da gayet iyiydi. İzleyiciye çok acayip bir hikâye bahşedecekmiş gibi başlayıp Kedi Kadın'a dönüşen Lizzie Elliott'a rağmen iyiydi yani. Lizzie Elliott'ın yavru kedi resmine bıçak attığı çükümsü sahnelere rağmen iyiydi fahişeler etrafında dönen gizem.
Bir şekilde hikâyenin neredeyse ortasında durduğu için bu karakter hakkında daha fazla dırdırlanmak da istemiyorum ama bu tür hafif atarlı, dövüşlü, bilim kurgu/fantastik yapımlardaki sikerro bakışlı karakterlerden aşırı yoruldum gerçekten. Bu karakterler olmasın. Biraz daha cinsiyetsiz/bedensiz bir meydan okuma görmek istiyorum karakterlerin bakış ve hareketlerinde artık. Bunu hakediyoruz bence izleyiciler olarak.
Evet, işte böyle böyle koca bir sezonu arkamızda bıraktık. Altered Carbon ikinci sezonda bize hakkımız olanı verebilir mi? Bekleyip göreceğiz. O vakte kadar, herkese iyi seyirler.