Merhaba. Canım sıkılıyor, mütemadiyen bunalıyorum, bu zorlu dönemle başa çıkmak tahminimden güç oldu. Hayatımdaki keyifli aktivitelerden, yalnızca gerçekleştirilmesi benim için bir seçenek olduğunda gerçekten keyif aldığımı anladım. Yani kitap okumak ile dışarıya çıkmak arasında seçim yapacak lükse sahipsem ve kitap okumayı seçmişsem, okuduğum kitaptan keyif alıyormuşum; dışarıya çıkamadığım için kitap okuduğumda değil.
Dizi ve filmlerle münasebetim de bu dönemde biraz değişti. Bir zamanlar tüm boş vaktimi tereddütsüz feda ettiğim bu güzel işlere bir süredir mesafeliydim. Bunun bir nedeni de ortada hayli fazla seçeneğin olması ve bu seçeneklerin büyük bir kısmının pek de tatmin edici olmaması olabilir.
Neyse tamam haydi tıraşı keselim artık. Tiny Pretty Things izlendi, Bridgerton izlendi. Vallahi aynalara bakamaz oldum. Başucumda Can Manay var, neden böyle? Lütfen beni iki doz aşılayın, bakın fenayım diyorum.
Netflix'in bir süredir "izlerim herhalde" kategorisinden bana ters ters bakan dizisi Ares'e şöyle bir şans verdim nihayet. Bölüm başına 30 dakikadan, toplam sekiz bölümcük bir iş; uzunca bir korku filmi gibi diyelim.
Şaşırtmayan bir hikâye
Evde spor yaparken (gülüşmeler) izlemeye koyulduğum ve elbette ama gerçekten de ya kimi kandırıyoruz ki spor yapmaktan epey çabuk bıktığım için asla sonunu getiremediğim bir başka Netflix dizisi olan The Order'a benzerliği nedeniyle her görüşümde izlemeyi ertelediğim Ares'e şans verdiğim için pişman değilim. 365 DNI denen garip işi dahi sonuna kadar izlemiş bir insan olarak Ares'e harcadığım vakte yanmayacağım elbette. Bünye vasata alışkın.
Diziye geri dönelim ve en baştan başlayalım: Hikâyemizin başkahramanı Rosa Steenwijk, Amsterdam'da yaşayan bir tıp öğrencisi. Okul dışı zamanını psikozlu annesiyle ilgilenerek geçiren Rosa'nın eh meh geçip giden hayatı, günün birinde eski dostu Jacob'ın ziyaretiyle tamamen değişiyor.
Jacob ile gittiği akşam yemeğinde Ares adında bir gizli topluluğun varlığından haberdar olan Rosa, Hollanda elitlerinin yüzyıllardır ayakta tuttukları ve ülkenin refahının kaynağı olduğunu öğrendiği bu camianın parçası olmak için talepte bulunuyor. Önce yeterince elit olmadığından olsa gerek oracıkta reddedilen Rosa'nın bu gelişine başvurusu ertesi gün kabul ediliyor. Yani bir insan ne idüğü belirsiz bir organizasyona sırf üyeleri üstlerinde karpuz kollu elbiselerle gece yarısı müzeye sofra kurdurabiliyorlar diye katılacak kadar gamsız olunca benim gözümde üçüncü boyutunu biraz yitiriyor gibi ama sonuçta otuz dakikalık dizi, tatava yapmayın izleyin demişler işte anlarsınız ya.
Bir akşam tek başına kalsa kendisini öldürmeye çalışacak kadar ciddi psikolojik sorunları olan annesinin, babasının yokluğunda tek bakıcısı olmak gibi hayli ağır bir sorumluluğu olan Rosa, kankası Jacob'ın tüm uyarılarına rağmen Ares'e dahil oluyor velhasıl. Jacob neyin gizemini yapmakta ve kıza Ares'e katılmasını istememe nedenini niçin açık açık söylememektedir; Rosa'nın hastanede çalışan babası karısını kızı yerine bir profesyonele emanet etmek gibi çok daha sağlıklı bir seçeneği neden değerlendirmemektir falan buralar meçhul.
Antin kuntin bir son
Öyle ya da böyle Rosa Ares'e katılıyor katılmasına ama şaşaa ve lüksün bir bedeli olacağını biz zaten daha jeneriği bitirmeden anlamıştık elbette. Kabul ritüelinin gerçekleştirildiği gece ortamdan kaçıveren Jacob, oradan oraya koştururken mekânın altındaki yeraltı mezarlarına (vay babam) gidip oradaki bir duvara dokunarak kim bilir neyin nesi bir insandışı varlıkla temas kuruyor.
Yaşadığı bu garip deneyimin ardından, duvara dokunan parmaklarını değdirdiği Ares üyelerine dehşetengiz imgeler yollayarak onları geçmişteki vicdan azaplarıyla yüzleştiren ve intihara sürükleyen Jacob böylelikle, zaten nefret ede ede bir hal olduğu cemaate bol intiharlı bölümler yaşatmaya başlıyor. Biz de bu vesileyle Ares'te idari kata çıkmak için birilerini öldürmek ve sonra da vicdan azabını bir balçık misali kusarak Ares'i Ares yapan o şey her neyse onu güçlendirmek gerektiğini öğreniyoruz.
Şimdi elbette burada aceleye getirilmiş bazı noktalar var; yani bakın, dernekçilik işlerini bizden öğrenecek değilsiniz de, grubunuzda sizden nefret eden ve her fırsatta delirmiş gibi kan ter içinde oradan oraya koşuşturan, eli kolu kömür gibi kararmış bir adam var. Ya böyle bir insanı yolda görsen sorarsın "Kardeş hayırdır, yardım lazım mı?" diye. Hollanda'nın en nüfuzlu insanlarından oluşan bu elitler grubunda bir doktor yok mudur ki (olduğunu da biliyoruz, gördük) adamın parmağını incelemek istesin, kapkara olmuş ayol adam.
Bir diğer acelecilik de Rosa'nın ailesiyle ilişkisinde; intihara meyilli bir insanı on sekiz yaşında çocuğa emanet etmenin biraz meh bir hareket olduğunu zaten az önce şöyle bir tartışmıştık. Dizi ilerledikçe, Rosa'nın annesini delirtenin de Ares olduğunu, bu çılgın görünümlü kadının bir zamanlar üyesi olduğu Ares'in dernek binasında demlenen o balçığın kurbanlarından biri olduğunu öğreniyoruz. Şimdi, sekiz bölümlük dizinin beş bölümünde eve uğramayan kızına ulaşmak için hiçbir çaba göstermeyen bir babanın finale doğru Ares'i kendince basmaya gitmesinin ardındaki tek sebebin, Rosa'nın annesinin eski bir Ares üyesi olduğu gizemini açık etmemek olduğunu düşünüyorum. Yani evet, bir ters köşe denenmiş ve iyi de edilmiş ama sırf ters köşe yapalım diye babalık sınavından kalmışsınız Bay Steenwijk.
İlk bölümde Ares gibi bir topluluğa nasıl zart diye alındığını anlayamadığımız Rosa'ya geçilen torpilin annesinden kaynaklandığı ortaya çıktıktan sonra başkarakterimizi bu kez Ares'in yeni başkanı olurken görüyoruz. Allah Allah ya, inanılmaz bir yükseliş. Başkanlık için birilerini öldürmesi gereken Rosa, istenildiği üzere kankası Jacob'ın kalbine hançeri saplayıveriyor. Jacob'ın da "Bu iş bizden daha büyük kardeşim, beni öldür ve başkan olup bodrumdaki yaratığı serbest bırak" diye gazlamasıyla hüzünlü bir cinayet işleyen Rosa arkadaş katili olmasaydı da Jacob denen bu vasıfsız adam arkadaşına olan biteni biraz daha erken anlatarak birlikte çözüm üretmeye çabalasalardı nasıl olurdu bilemeyeceğiz. Jacob, bu faydasızlıkla çok bile dayandın birader.
Sıkıntı büyük
Finalde Rosa, vicdan azabını kusarak beslemesi gereken balçığa atlayarak bizzat kendisi insan formunda bir vicdan azabı olarak geri geliyor ve ortamdaki tüm Ares üyelerini dokunmaya dahi gerek kalmadan intihara sürüklüyor. Bu şekilde biten bir hikâyeden çıkacak ikinci sezon nasıl olacak, göreceğiz (izlemedi). Bana bu dizi mini-series olsaymış da böyle ne olduğunu anlayamadan bitseymiş daha güzel olurmuş gibi geldi ama yine Hollandalı dostlar en iyisini bilirler.
Vicdansızlar medeniyeti
Tüm anlaşılmazlığına rağmen Ares'in tüm hikâyesinin özünde Hollanda'nın refahını itliğe, serserliğe, gaddarlığa, elit dekadansına bağlaması beni biraz neşelendirdi. Yani cesur buldum ben bu "Hollanda Hollandalılığına bizim 500 yıllık şerefsizlik geleneğimiz sayesinde ulaştı" fikrini, hoşuma gider gibi oldu.
Nihayetinde tüm aksaklıklarına rağmen kolay izlenen, çabuk tüketilen bu mütevazı diziyi önerecek gibiyim. Olur gibi evet olur, izlenir. Zaten yıldık hayatın sıradanlığından; bize elit dekadansı verin, anlaşılmaz gerilimler ve tanımlanamaz canavarlar salın üstümüze.