"Tek bir hataya bakar" diyor Dan Banyan herifi; "ondan sonra yaptığın hiçbir şey fayda etmez". Boş elini uzatıp elimi tutuyor. Parmakları sıcak, sımsıcak ve kalp atışlarıyla birlikte atıyor. Avucumu açıp; "Ne kadar çalışırsan çalış, ne kadar zeki olursan ol, o yaptığın kötü seçimle tanınırsın" diyor. Mavi hapı avucuma koyup, "O yanlış şeyi yap ve hayatının sonuna kadar ölmüş ol" diyor.
Bir akşam vakti, Ali ile sohbet ediyoruz. Çaykur'un hayatıma en güzel katkısı Tirebolu 42 demini çok iyi almış; muhabbetin kalitesine derhal sirayet ediyor. Bir iki yudumdan sonra laf Chuck Palahniuk'un Ölüm Pornosu'na geliyor (çay müthiş çünkü). "Ya şekerim," diyorum Ali'ye, "Ölüm Pornosu neden mahkemelik olmuştu?"
Ali cevabı tam olarak bilmediğinden ve açıkçası konuyla da pek ilgilenmediğinden beni geçiştirip "Bilmem, Star Trek izleyelim mi?" diyor. Ben ise o esnada Google'a "Ölüm Pornosu mahkeme" yazıyorum. Ta beline kadar geçmişin karanlığına batan hatıralar zihnimde ufak ufak yüzeye çıkmaya başlıyor. "Ben en iyisi," diyorum Ali'ye, "Şu Ölüm Pornosu'nu alıp bir okuyayım da ortalık neden bu kadar karışmış bir bakayım."
Ali beni tam olarak dinlemediğinden ve açıkçası konuyla da pek ilgilenmediğinden "Tabii... Star Trek?" diyor. "İyi, bas" diyorum. "Bi' çay koyayım" diyor hızlıca. "Bana da koyar mısın, demini çok koyma ama" diyorum. Dem çok olunca tansiyonum düşüyor çünkü biraz.
Arkadaşım Sencer'in okuyayım diye kitabı getirmeden önce çektiği Ölüm Pornosu fotoğrafı. Kitapla birlikte poz veren Kulyaz 3310, bakın Ölüm Pornosu'ndan nasıl da çekiniyor.
Cassie Hanım'ın ölüm pornosu
Azılı bir Chuck Palahniuk hayranı değilim ve Ölüm Pornosu'nu okuyalı görece uzun bir zaman oldu aslında. Yine de bir iki satır çiziktirmek hep aklımın bir köşesindeydi, olur da gönlünüzü üzecek bir şey dersem kusuruma bakmayın Palahniuk hayranları. Gerçi kitap basılıp yayınlanalı on yıl olmuş, siz Ölüm Pornosu hakkındaki bütün yazıları okuyup sayfayı çoktan çevirmişsinizdir. Haklısınız.
Palahniuk'un 2008 tarihli romanı Ölüm Pornosu, çok kabaca özetlemek gerekirse, porno sektörünün kıdemli yıldızlarından Cassie Wright'ın giriştiği rekor denemesini konu alıyor. Genç asistanı Shelia'nın kendisine önerdiği bu proje, Cassie'nin 600 erkekle birlikte olacağı –ve nihayetinde muhtemelen öleceği– bir porno filmi.
600 erkeğin tıkıştırıldığı bir salonda, ara sıra geçmişe yapılan kısa yolculuklarla, Sheila ve üç adamın (Bay 72, Bay 137 ve Bay 600) gözünden akıp giden hikâyenin okura sunduğu atmosfer hayli bunaltıcı. Kurgu ise benim zevkime göre epey güzel. Ancak iki üç sayfada bir beliren ufak tefek "bunu biliyor muydunuz?" goygoyu kafa ağrıtıyor biraz. Gözlerimi kapatıp Palahniuk (ya bu nasıl soyad yıldım yazarken) bu bilgileri nasıl derlemiştir diyorum kendi kendime... Eğer gelişine sıkmadıysa, o da en az benim okurken yıldığım kadar yılmıştır bence.
Kafası geçtikçe puanı düşen bir kitap
Darren Aronofsky'nin 2009 tarihli filmi The Wrestler'ı izleyenleriniz muhakkak olmuştur. Film, kariyerinin sonbaharındaki Randy The Ram'in Amerikan güreşinin acımasız sahne arkası atmosferinde nasıl nefes aldığını ve hayatta kalabilmek için o zehirli havaya nasıl ihtiyaç duyduğunu çok iyi anlatıyor. Hem bizatihi hikâyeden hem de Rumble Fish ile âşık olduğunuz Mickey Rourke'nin bu hafta sıranın annenizde olması sebebiyle konken partisi için evinize gelen ve akşam üstü karınlar hafifçe kazınmaya başlayınca bir fındık lahmacun ve bir buçuk Adana sipariş edecek o zengin ve vatkalı kadına dönüşmesinden ötürü içiniz burkularak izliyorsunuz filmi.
Ölüm Pornosu ise öyle değil (tabii bir kitap ile bir filmi kıyaslamak pek makul değil ama bana kalırsa bu iki eserin anlattıkları özünde epey benziyor, benzemiyor mu?). Yer yer tiksinti elbette var ancak içiniz pek de burkulmuyor. En azından benim burkulmadı diyeyim. Cassie ile yolu kesişmiş herkesin –Sheila dahil– dev şerefsiz olmasının getirdiği iç sıkıntısına ek olarak sayfalar boyunca sağa sola serpiştirilmiş çük, taşak, cips ve çişin yaratabileceğinin ötesinde bir sıkıntı hissetmedim kitabı okurken. Kimi insanların kitabın ardından hayattan, erkeklerden soğuduklarına dair yorumlar da okudum; biraz şaşırdım. Aklı başında biri 30'lu yaşlarına geldiğinde tüm insanlardan soğur zaten; kadın, erkek, hermafrodit fark etmez.
Ölüm Pornosu'nu tatlı tatlı gömdüğümü düşünüyorsunuz belki, haksız da sayılmazsınız. Ancak bir okur olarak hakkını vereyim; yer yer sarsıldığım zamanlar olmadı değil. Cassie'nin rekor denemesinin aslında bir kendini kurban etme eylemi olması; hikâye boyunca efendi adam bellediğimiz Bay 72'nin Cassie'nin oğlu olmadığını öğrendiğinde canavara dönüşmesi insanın tabiatına dair anlamlı şeyler anlatıyor. Son sayfasıyla birlikte içinizde vuku bulan garip bir hisle kapatıyorsunuz kitabı.
Ancak bu his, geldiğinden daha yavaş da olsa, bir vakit sonra geçip gidiyor. Louis-Ferdinand Céline'in o çok muhteşem Gecenin Sonuna Yolculuk'unda olduğu gibi aradan kaç yıl geçerse geçsin, hikâyeyi ne kadar unutursanız unutun; kitabı her hatırladığınızda içinizde hep aynı kıvılcımı çakan o büyüden Ölüm Pornosu'nda yok.
Velhasıl elinizdeki, kafası geçtikçe puanı da düşen bir kitap. Ölüm Pornosu'nu okuduktan sonra aklıma ilk gelen soruyu bu satırlarla tarihe kazıyayım, belki bir yerlerde verecek cevabı olan birileri vardır:
Bir kitabı iyi yapan okuruna onu okurken hissettirdikleri midir yoksa kapağı kapatınca onun içinde uyandırdıkları mı?