Yaşamı ölümle anlamak
Bundan yaklaşık on yıl önce, beni içten içe tüketen bir işin mesaisini bitirip kapağı eve atmayı başardığım alelade günlerden birinde, televizyonu açıp o gün ilk bölümü yayınlanan bir dizinin ben gelene kadar başlayan ikinci tekrarına göz atarken içime oturdu ölüm korkusu. Kendi ölümüm değil; yakınım olan, çok sevdiğim, yokluğu hayatımın pürüzsüz yüzeyinde devasa bir krater bırakacak kıymetteki insanların ölmeleri halinde ne yapacağımı düşündüm. Öyle gelip geçen bir his değildi; vakit gece yarısını saatler geçene kadar düşündüm. Uykumdan uyanıp sigara yaktım, yine düşündüm. Sabah oldu, düşünmeye devam ettim. Yıllar geçti, hâlâ düşünüyorum. Başkalarının ölümleri, ölümün ihtimali yakama yapıştı.
Lev Tolstoy'un 1886 tarihli meşhur novellası İvan İlyiç'in Ölümü'nü okumaktan biraz da bu nedenden çekiniyordum. Nihayetinde geçtiğimiz on yılın ortalamasını alsanız günde –nereden baksanız– iki saat kadar sevdiklerimin ölümü üzerine düşünüyorum. Son yıllarda kendi ölümümü de düşünmeye başladığımdan bu süre daha da arttı. İşin biraz boku çıktı anlayacağınız. Şahsen kendime ve İstanbul'un en azından Avrupa Yakası'nda yaşayan tüm hanelerine yetecek kadar marazi düşünce ürettiğim için Tolstoy'un ölüme dair söyleyeceklerini dinlemenin bana fazla gelebileceğinden endişeleniyordum.
Geçtiğimiz günlerde içime aniden dolan bir cesaretle kitabı okudum... Ve İvan İlyiç'in Ölümü'nün aslında ölüm üzerine değil yaşam üzerine yazılmış bir kitap olduğunu keşfettim. Bu keşif ise beni, ölüm üzerine bir kitap okusaydım muhtemelen olacağından daha fazla sarstı.
Arzunun kökeni
Kitaba dair pek alıntılanan bir fikir: Birinin öldüğünü öğrendiğimizde, ölenin biz değil bir başkası olması bizde mutluluğa yakın bir rahatlama uyandırır.
Yalnızca ölümde mi? Bir felaketin insanda şükür ve minnettarlık gibi duygular uyandırmasına vesile olan belki de en büyük kıstaslardan biri onun kendisinin değil bir başkasının başına gelmesi değil midir? Okuduğumuz veya izlediğimiz her haberde, tanıklık ettiğimiz her olayda; ortada bir felaket varsa onu, bizim değil bir başkasının felaketi olması nedeniyle, halimize şükrederek göğüslemez miyiz?
Bu bağlamda, Tolstoy'un bu önermesini kıymetli bulmakla birlikte, bu meseleler üzerine düşünmüş herhangi bir kimse için katarsis yaratacak kadar etkili görmüyorum. Bana kalırsa, İvan İlyiç'in Ölümü'nün etkisi yaşadığımız hayatı gerçekte ne denli arzuladığımızı, isteklerimizi aslında ne kadar istediğimizi tartışmaya açmasında yatıyor. İvan İlyiç'in hikâyesinde beni tedirgin eden şey onun istemediği bir hayatı yaşamaya zorlanması değil; istediğini düşündüğü hayatı "gerçekten" isteyip istemediğinden emin olamaması.
İnsan ne için yaşar?
İmtiyazlı bir aileden gelmiş, güzel bir işi olan, oyunu kurallarına göre oynayan ve kendisinden beklenen her şeyi yerine getiren bir insan; tüm bunları yaptıklarının "doğru" olduğuna inanarak yapan, başkalarının beklentilerini yerine getirirken kendi beklentilerini de dolaylı olarak tatmin ettiğini düşünen bir adam. İvan İlyiç'in hikâyesindeki en büyük dram, aslında ortada bir dramın olmaması bence. Güzel bir çocukluk, iyi bir iş, bir eş ve çocuklar, sizinle vakit geçirmeye hevesli arkadaşlar... Belletilmiş bir mutluluk.
İnsan ne için yaşar? "Daha iyi bir hayat"ın gündelik eylemlerimizdeki karşılığı nedir? Hayatımızın olağan akışı boyunca aldığımız kararların ne kadarını kalbimizin sesini dinleyerek alırız? Peki, karar alırken kalbimizin sesini ne kadar sık dinlememiz gerekir? Sorular uzar gider ancak bir tanesi için bile halihazırda herkesi ikna edecek tek bir doğru cevap olduğunu sanmıyorum. Nitekim, olması da gerekmez zaten. İvan İlyiç hayatını öyle ya da böyle yaşamıştır, başkalarının isteklerini kendi isteği olarak benimsemiş olmasıysa muhtemel.
Pek çoğumuz böyle yaşıyoruz. Dahası, İvan İlyiç'in kısa yaşamı boyunca elde ettikleri çoğumuzun hayallerini süslüyor. İsteklerimizin ardındaki itkiyi anlamaya çalışmadıkça neyi neden istediğimiz üzerine bir ömür düşünmek de çare değil. Ölümümüzün İlyiç'inki kadar uzun ve acılı olmayacağını, bize hayatımız boyunca aldığımız kararlar üzerine tekrar düşünmeye fırsat vermeyeceğini umalım öyleyse.