Sizi bilmem ama Discovery’nin dokuz aylık hatayla da olsa kendi evrenine dönmeyi başarmış olması, bence bu haftanın en iyi tarafıydı. Daha önce izlemediğimiz kadar uzun bir yansı evren hikayesi izlemek baymaya ve “yoksa Kelvin gibi yeni bir zaman çizgisi mi geliyor?” sorusunu akla getirmeye başlamıştı. Bu geri dönüş, maalesef kesin dönüş anlamına gelmiyor, muhtemelen gidiş gelişler görmeye devam edeceğiz. Hatta bu geçişler belli ki zaman yolculukları da içerecek, dolayısıyla birincil evren konforuna döndük demek için henüz çok erken.
Bölümün “Geçmiş Geleceği Belirler” olarak adlandırılmış olmasını, sonunda ortaya çıkan zaman sıçraması ile gelişecek olaylara atfen tercih edildiğini, bu nedenle aslında öldüğünü gördüğümüz Lorca’yı gelecekte (ya da geçmişte?) tekrar göreceğimize inanıyorum. Zaten miselyumu Lorca ile gübrelemek ne kadar akıllıca bir fikirdi, bilmiyorum? Hayır, adamı kılıçtan geçirmişsin, ne demeye bir de çekirdeğe gönderirsin? Hava atayım derken evrenler arası seyahatleri spor bellemiş insanı miselle harmanlamış ve hiç ummadığımız yerlerde karşımızda bitmesi için fırsat vermiş olabilir İmparatoriçe Georgiou, bekleyip göreceğiz...
ISS Charon’un geçen hafta ne olduğu tam olarak anlaşılamayan ateş topunun, Discovery’de kullanılan spor motorunun antitezi olduğu da bu hafta açığa çıkan detaylar arasındaydı. Spor enerjisine karşı sürdürülebilir bir yaklaşım sergileyen Discovery’yi Tesla’ya benzeterek yapılacak bir karşılaştırmada, Charon’u nükleer bir denizaltı olarak sınıflandırmanın mümkün olduğunu gördük. Üstelik, Yansı Stemets’in yeteneksizliği sayesine gayet “kirli” bir motor mimarisine sahip olan reaktörü, ne var ne yok sömüren yapısıyla milseyum ve beraberinde tüm evrenler için varoluşsal bir tehdit oluşturuyordu. Discovery ekibinin Kobayashi Maru testi de tam burada başladı.
Discovery’nin sınavı
Hatırlamayanlar ya da Star Trek’e yeni başlayanlar için hafızları tazeleyelim: Kobayashi Maru testi, Yıldız Filosu Akademisi’nde adayların üstesinden gelmeleri imkânsız, çaresi olmayan senaryolarla yüzleştiklerinde sergileyecekleri performansları ölçmek için üretilmiş bir eğitim simülasyonu. Bu simülasyonda bir geminin komutasına oturtulan genç subay adaylarına Federasyon-Klingon sınırındaki tarafsız bölgeden yardım çağrısında bulunan Kobayashi Maru adlı sivil bir nakliye gemisine yardım etme görevi veriliyor. Adaylar sınavda, uluslararası bir krize neden olmak ve sınırın hemen karşısında muhtemelen boy ölçüşemeyecekleri derecede güçlü Klingon gemileriyle çatışmaya girmek pahasına tarafsız bölgeye askeri bir gemiyle ilerlemek ve sivil gemiye yardım etmekle, hiçbir şey yapmadan bekleyip Kobayashi Maru’nun kaçınılmaz yok oluşunu izlemek arasında bir tercih yapmaya zorlanıyor. İşin kötüsü, sınavın sonucu önceden belli; simülasyon Kobayashi Maru’yu kurtarmayı tercih etmeleri durumunda adayların gemilerinin tüm mürettabatıyla yok oluşu için programlanmış durumda. Dolayısıyla aday gidip yardım etmeyi tercih etse kendisi ve tüm ekibi, etmese Kobayashi Maru’da bulunan siviller hayatlarını kaybediyor.
Tanıdık geldi değil mi? Evet, bu hafta Discovery’nin de böyle bir tercih yapması gerekti. Ya Charon’un çekirdeğini yok etmek için ellerindeki tüm spor stoğunu kullanarak sağ çıkmalarına imkân olmayan bir saldırı yapacak ya da hiçbir şey yapmayacak ve tüm evrenlerin eşzamanlı çöküşüne şahit olacaklardı.
Bu haftaki bölüm, hem Kobayashi Maru testine hem de bu testin ilk dile getirildiği Star Trek filmi olan Uzay Yolu II: Khan'in Gazabı filminin antagonisti Khan’ın hikayesine pek çok atıf barındırıyor. Eğer izlemediyseniz; önce TOS’nin ilk sezonunun 22’nci bölümü “Space Seed”i, sonra da bu filmi izlemenizi tavsiye ederim. İzlediğinizde elemanlarını işkence haznelerinden kurtaran Lorca ile müritlerini uyku kapsüllerinden çıkaran Khan arasındaki benzerlik dikkatinizi çekecek ve Lorca’nın püriten kafasının geri planında yazarların kurmak istedikleri ilişkiyi fark edeceksiniz.
Kobayashi Maru testinin Star Trek hayranlarınca hatırlanan bir diğer yönü de, tarih boyunca bu testi geçebilmiş tek Star Trek subayının Kaptan Kirk olmasıdır. Filmde durumu “Yenilmez diye bir şeye inanmıyorum” diye açıklayan Kirk’ün testi geçmek için hile yaptığını ve test öncesinde simülasyonu hack’leyerek yeniden programladığını öğreniriz.
Bu bölümde Discovery ekibi de aynen bunu yapıyor. Çekirdeği patlatmalarıyla oluşacak şok dalgalarında sörf yaparak yakalayacakları itiş gücünü spor motorunu “vurdurarak” çalıştırmak için kullanmayı ve Lorca’nın yansı evrene geçişte kullandığı koordinatları tersine okuyarak geri dönmeyi planlayan ekip için bulundukları durumu hack’lediklerini söylemek pekala mümkün. Yine, hem Tilly’nin hem de Stemets’in ağzından duyduğumuz “çaresi olmayan senaryolara inanmam” repliği de Kaptan Kirk’e on yıl kadar öncesinden bir selam niteliğinde.
Kötünün de kötüsü olmak
Geçen hafta Lorca belki de yansı evren koşullarında “iyilerden biridir” ve bakarsınız imparatorluğa karşı devrimci bir isyan başlatır demiştik; mevcut imparatorluğu gevşek bulan adam meğerse daha da radikal bir terralı egemenliği peşindeymiş. Sanırım böyle “kötünün kötüsü” bir karakter ancak yansı evrende olabilirdi.
Birincil evrene geçişinin yine bir ışınlama kazasıyla gerçekleştiğini öğrendiğimiz Lorca ve Yansı Stemets arasındaki ilişki, geçtiğimiz haftanın tek doğru tahmini oldu. Yansı Stemets gerçekten de Lorca’nın işbirlikçisi çıktı fakat aralarındaki soğukluğun nedeni Lorca’nın onu yakması değil, onun Lorca’yı İmparatoriçe’ye satmış olmasıydı. Stemets bu hatasının bedelini pek de şiirsel olmayan bir şekilde ödedi.
Tüm bu isyan mevzularında en eğlenceli bölüm Charon kaptan köşkündeki (taht odası mı demeli?) çatışmaydı. Biraz Jadzia Dax’in Kor, Koloth ve Kang’le giriştiği “Kan Davası”nı (bkz. DS9, sezon 2, bölüm 19) anımsatan bu sahnelerle anladık ki, bir imparatoriçe kolay yetişmiyor.
İmparatoriçe’yle ilişkin dikkat çeken bir diğer mevzu da garip bir şekilde çok çabuk pes etmesiydi. “Bir kez zayıf göründüm, artık geri dönüşü yok, bugün olmasa yarın devrilirim” dediği anda isyanı başlatan ekibin yönetim kadrosunda yer alan herkesin analarından emdiği sütü burunlarından getirmiş, toplu katliam yapmıştı zaten. Bu değilse güçlü durmak nedir, anlamak zor?
Biraz kafasını kullansa kendisini geminin bir yerinden diğerine ışınladığı gibi isyancıları da uzaya ışınlayabilirdi muhtemelen ve bu tasaya girmesi hiç gerekmezdi. Neyse ki sonunda Michael onu ışınladı da hayatı kurtuldu.
Kaldı iki bölüm
Saru’dan iyi kaptan olduğu kanaatindeyim, karakter gelişimini başarılı buluyorum. Bakalım sezonun kalan iki bölümünde muzaffer Klingonlara karşı ne yapacak.
Kalan iki bölüm bu bölümden çıkan diğer sorularsa; ISS Buran’a ne oldu? Bize gösterildiği kadarıyla iyon fırtınasına girerken hala sağlamdı. Işınlama kazasında sadece kaptan mı geçti birincil evrene, yoksa yanında başkası da var mıydı? ISS Discovery neredeydi? Sanırım USS Discovery ile yer değiştirmiş ve birincil evrene gitmişti. Şimdi tekrar geri geldi mi? Yoksa hala orada ve dönüşte İmparatoriçe’yi almak için mi bekliyor?
Bir de, bende en çok merak uyandıran detay, Tilly’nin omzuna düşen o fosforlu spor damlası neydi? Hugh? Umarım değildir.
Cevabı olan varsa yorumlara devam etsin lütfen.