Ana Sayfaya Dön

Çocukluk travmaları mezardan çıktı

Arzu Nilay Kocasu / filmler, hayvan mezarlığı

Sene muhtemelen 1997. İlkokul yeni bitmiş, sekiz sene boyunca devam edeceğim yeni okulumdaki ilk senem. Nereden bulduğum meçhul bir kitabı, Stephen King'in meşhur O'sunu henüz bitirmiş ve ilk çocukluk travmalarımdan birini taze yemişken yeni bir kitaba, Hayvan Mezarlığı'na başlıyorum. Sevdiklerinden ayrılmak istemediği için ölümü kandırmaya çalışan bir adamın, en büyük acının ölüm olmadığını öğrenene kadar başından geçenleri anlatıyor.

Kitabı kâh orada kâh burada, müsait olduğum her yerde ve anda açıp okumaya gayret ediyorum. Düşünün ki öyle yalnız bir çocukluk geçiriyorum. Tuvalete girerken Hayvan Mezarlığı'nı da yanımda götürüyor, ayaklarım karıncalanana kadar okuyorum. Yine böyle bir akşam, tuvalette kitap okurken, annemin komşuya gideceğini söylemesiyle sokak kapısının kapanması bir oluyor. Hayvan Mezarlığı ve ben, tuvalette yalnızız. Hikâyede Zelda diye bir kadın var, atmosfere sıkıntı yayıyor. Zelda ve ben, tuvalette yalnızız. Kapıyı aralayıp başımı dışarıya doğru uzatıveriyorum; koridorun karanlığında yüzüme belli belirsiz bir rüzgâr çarpıyor. Gerisingeri kapatıyorum kapıyı. Evde kimse yok, tuvaletten dışarıya çıkmaya korkuyorum. Biraz daha okuyorum içeride. Birileri ölümden dönüyor. Dört kişilik çekirdek ailemizden evin içinde yalnızca ben varım ve ben de tuvalette mahpusum. Elalem ta cehennemden yine evine dönüyor. Bizimkiler neden eve dönmüyorlar dersin? Sokak kapısı tekrar açılana ve içeriye girenin gerçekten annem olduğuna emin olana kadar tuvalette sesimi çıkarmadan bekliyorum.

Görmememiz gereken hikâyeler

Stephen King'i çok severim. King sever çoğu insan gibi, Hayvan Mezarlığı'nı da çok severim. Yukarıda anlattığım, tamamı gerçekten yaşanmış şu hikâyenin de işaret ettiği üzere, King'in diğer kitaplarına kıyasla çok daha unutulmaz bir eser benim gözümde Hayvan Mezarlığı.

Hal böyle olunca, esere dair ne kadar uyarlama varsa elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Hikâyenin 1989 tarihli beyazperde uyarlamasını vakti zamanında izlemiş, pek etkilenmemiştim. 1992 yılında çekilen Hayvan Mezarlığı 2'yi de izledim ve Allah affetsin ne olduğunu anlamadım. Nihayet, 2019 tarihli en güncel uyarlamayı izledim ve bir kere daha en iyisinin orijinali yani kitabın kendisi olduğuna ikna oldum.

Öncelikle, tüm suçu filmlere atmak ne kadar doğru olur bilemiyorum. Bazı hikâyeler doruk noktasına yalnızca hayal gücünüzle ulaşır; sizde uyandırdığı hisler öyle yoğun ve zengindir ki birilerinin onu sizin için görüntülere dökmesi kaçınılmaz olarak hikâyeye zenginliğinden bir şeyler kaybettirir. Hayvan Mezarlığı da böyle bir kitap olsa gerek; filmi çekilemiyor, ne kadar çekilse de olmuyor.

İkinci olarak, kitabı okumuş ve filmi izlemiş olanların da görecekleri üzere hikâyenin sonunu değiştirmişler. Hikâyenin genelindeki birkaç değişiklik bir yana, sonundaki değişikliği biraz radikal buldum. Herhalde halihazırda kitabı okuyup sinemaya gelenlere hoş bir sürpriz yapmak istediler ama açıkçası, gözlemleyebildiğim kadarıyla, benim filmi izlediğim salonda kitabı okuyan kimse yok gibiydi. Ellie'nin öldüğü sahnede (aslında Gage ölmeliydi tabii) herkes hayret içinde yerinden zıpladı, filme değil de insanlara şaşırdım. Derhal sesimin hafifçe yüksek çıkmasına dikkat ederek "Kimse kitabı okumamış galiba yha" falan dedim gıcık karılar gibi. Yıldım insanımızın kitaplara karşı bu ilgisizliğinden. Neyse tabii yine en iyisini kendileri bilirler. Yine en iyisini siz bilirsiniz. Ama izlediğiniz filmden biraz bile olsa zevk aldıysanız, kitabı okursanız kara delik Powehi'ye kadar uçarsınız, güzel çünkü kitap.

Zelda'nın hakkı Zelda'ya

Yıllar önce kitabı okuduğumda hissettiğim bir duygu filmi izlerken pekişti: Hayvan Mezarlığı'ndaki en büyük korkunçluk ne birilerinin ölmesi ne de birilerinin ölümden dönmesi. Bana kalırsa hikâyedeki en korkunç şey Zelda ve madem son filmde hikâye eğilip bükülecekti, öyleyse içinde daha fazla Zelda olmalıydı bence.

Zelda'nın korkunçluğu aynı anda hem eşsiz hem sıradan olmasında yatıyor. Herkesin başına gelebilecek bir hastalık yüzünden eşsiz ve işlevsiz bir vücuda sahip; yaşadığı acılar yüzünden habis bir karakter sahibi olmuş bir insan. Birileri şu Hayvan Mezarlığı'ndan bir Zelda hikâyesi çıkarıp sinemaya uyarlarsa çok güzel izlenir. Psikolojik gerilimden body horror'a, tam bir korku kokteyli olur gözlere. İlk filmdeki Zelda'nın, 2019 uyarlamasındakinden çok daha korkunç olduğunu ve Andrew Hubatsek adında yüce gönüllü bir adam tarafından canlandırıldığını da vesileyle ekleyeyim.

<

Bu nedir aga?

Neyse ne diyorduk; yedinci sanat iyidir ama iyi bir kitap gibisi de yoktur. En korkunç Zelda, kendi hayal gücünüzün ürettiği Zelda'dır biliyorsunuz.

We are the Arzu. Lower your shields and surrender your ships. We will add your biological and technological distinctiveness to our own. Your culture will adapt to service us. Resistance is futile.

Sonraki Makale

George R. R. Martin'in elinden yansın bu dünya