Roald Dahl'ın 1983 tarihli Cadılar (The Witches) adlı kitabından 1990 yılında aynı isimle uyarlanan Cadılar, otuz yıl aradan sonra bu kez yeni bir yorumla ekranlardaki yerini aldı. İlk filmdeki ikonik performansıyla bir nesle onulmaz çocukluk travmaları yaşatan Angelica Huston'dan baş cadılık koltuğunu devralan Anne Hathaway'i izlemek ise gecenin bir yarısı odanızın karanlığında canavar sandığınız karaltının, ışığı yakınca sandalyenin üzerine öylece bırakılmış bir kıyafet yığını olduğunu fark etmek gibi: Korkmak için hayal gücünüzü biraz zorlamanız ve ışık oyunlarının sizi kandırmasına izin vermeniz gerekiyor.
Hikâye eski olsa da sürprizbozan uyarısını ihmal etmeyip hızla konuya girelim... Cadılar gerçek ve her ülkenin tüm şehirlerinde varlar. Çocuklardan tiksinen bu çirkin varlıklar dışarıdan bakınca kadın görünümünde olsalar da aslında el yerine pençeleri ve gözlerinde eflatun lekeler olan, kel, parmaksız ayaklara sahip, burun delikleri olduğunun birkaç misli büyüyebilen cinsiyetsiz yaratıklar. Çocuklara duydukları nefretin kaynağı pek belli gözükmese de temiz bir çocuğun sağlıklı bir cadıya köpek dışkısı gibi koktuğu biliniyor. En azından bazıları tarafından... Ufak bir çocuk olan Luke ve cadılar söz konusu olduğunda onun akıl hocalığını üstlenen büyükannesi Helga gibi.
İkili, tatil için gittikleri lüks otelde kendilerini ülkedeki tüm cadıları yanı başlarında toplayan yıllık cadı toplantısının ortasında buluverir. Baş cadı Eva Ernst liderliğindeki Çocuklara Kötü Muameleyi Önleme Derneği (Royal Society for the Prevention of Cruelty to Children – RSPCC) üyeleri olarak giriş yaptıkları otelde bir araya gelen cadıların gündemindeyse zor durumdaki çocukları kurtarmaktan ziyade çocukların nasıl zor duruma düşürülebilecekleri vardır. Tüm cadıları evlerine dönüp işlerinden istifa etmeye davet eden Ernst, daha sonra, hepsinin birer şekerci dükkânı açarak bedava şeker dağıtacakları bir etkinlik düzenlemelerini salık verir. Dehşetengiz baş cadı, bu etkinlikte dağıtılacak şekerlere konulmak üzere Formula 86 adında bir iksir hazırlamıştır ve bu iksir sayesinde tüm çocukları ölecekleri güne kadar birer fareye dönüştürmeyi planlamaktadır.
Tesadüf eseri toplantı odasında olan Luke, hain planı öğrenmekle kalmaz; o planın bir parçası olur. Cadıların varlığını keşfedip yakaladıkları Luke bir faredir artık. Helga, Luke ve oburluğunun cezasını fareye dönüşerek çeken Bruno Jenkins kafa kafaya vererek cadılara kendi iksirlerini tattırır ve ülkeyi bu ürkütücü yaratıklardan temizlerler. Ekip, yoluna yeni ülkelerle devam edecek; dünyadaki tüm cadıları fareye dönüştürene kadar durmayacaktır.
Eskisini aratan bir film
Hikâye kabaca böyle. Roald Dahl'ın kitabını okumadığımı itiraf ederek, şimdi, müsaadenizle, 1990 ve 2020 yapımlarını naçizane kıyaslamak istiyorum. Vakti ve/veya hevesi olmayanlar için peşinen söylemem gerekirse; karşılaştırmanın galibi 1990 yapımı Cadılar arkadaşlar. 2020 versiyonunu izlemesiniz de olur.
Hey yavrum hey...
Norveç asıllı bir kadın ve torununun İngiltere'de geçen macerasının anlatıldığı ilk filmden farklı olarak ikinci filmde siyahi bir kadın ve torunu belalarını ABD'de buluyor. İlk filmde Helga'nın istirahat etmesi için tatile çıkan ikili, ikinci filmde cadılardan kaçmak için çıktıkları yolculukta cadıların tam da kucağına düşüveriyorlar.
İki film arasındaki en büyük fark ise finalde gerçekleşiyor: İlk film finalini fare Luke'un yeniden ufak bir çocuğa dönüşmesiyle yaparken ikinci filmde Luke fare olarak kalıyor. Bu noktada, orijinal hikâyenin yani Dahl'ın 1983 tarihli Cadılar kitabının finalinde de Luke'un fare olarak kaldığını ve farelerin insanlara kıyasla çok daha az yaşaması nedeniyle büyükannesiyle aynı zamanlarda öleceğinin bilincinde ve mutluluğunda olduğunu eklemekte yarar var.
Her ne kadar iki film arasından ilkinin çok daha çekici olduğunu düşünsem de ikinci filmin kullandığı orijinal finali daha çarpıcı buluyorum. Luke'un tekrar eski formuna kavuşması hikâyenin tüm groteskliğini ve kıssadan hissesini alıp götürüyor bence. Öte yandan, Luke'un cadılarla karşılaşmasını ona daima hatırlatacak bir forma sıkışmış olması ve dahası bu formda kalmayı cesuryüreklilik ve memnuniyetle karşılayıp kabullenmesi sadece çocuk izleyicilere değil yetişkinlere de üzerine düşünmeye değer epey kıymetli bir malzeme sunuyor: Hayatta karşımıza bazı zorluklar çıkar. Bile bile veya talihsizlik eseri kendimizi canavarlarla mücadelede buluruz. Bu mücadeleler bazen kazanılır bazen kaybedilir ve her iki durumda da bedeller ödemek zorunda kalabiliriz. Canavarlar gerçektir ve onlardan kurtulmayı başarsak bile bizim için çok kıymetli bir şeyi bir daha bulamayacak şekilde yitirebiliriz. Bu durumda önümüzde birkaç seçenek var... Yitirdiklerimiz yasını ölene kadar tutmak veya elimizde kalana tutunarak ve yaşadığımız deneyimden bir ders çıkartarak yola devam etmek.
Louis Jordan'ın Slant Magazine'de yayımlanan yazısında paylaştığı anektoda göre ilk filmin yapımcısı Jim Henson'ın hikâyenin finalini değiştirmeyi planladığını öğrenen Dahl, bu karara öfkelenerek yapımcıya zehir zemberek bir mektup yazar ve ondan daha sonra izleyip hangisinin daha iyi olduğuna karar vermek üzere iki finali de çekmesini ister. Filmin kendi yazdığı sona sahip versiyonunu izleyen Dahl, finalde gözyaşlarına hâkim olamaz ancak film beyazperdede yerini aldığında mutlu sonun kullanıldığını görür ve kendi ismininin jenerikten çıkarılmaması halinde filme karşı bir reklam kampanyası başlatacağını açıklar. Nihayetinde Dahl'ı tehdidini gerçekleştirmekten vazgeçmeye ikna eden Henson bu projenin ardından yeni bir projeye başlayamadan bakteriyel pnömoni nedeniyle elli üç yaşında hayatını kaybeder. Henson'dan birkaç ay sonra ise Dahl, yetmiş dört yaşında toprağa verilir ve bu tartışma her iki taraf için de sonsuza kadar biter.
Filmin sonu ne kadar mutlu olursa olsun hikâyenin resmedildiği şekliyle hayli ürkütücü olduğunu düşünüyorum. Bunda en büyük pay elbette oyunculuk ve makyajın ancak hikâyenin özünün de epey tedirgin edici olduğunu kabullenmek gerek -hele ki hedef kitlenin "çocuklar" olduğu düşünülünce...
Buna rağmen "ilk film" diyerek izlediğimiz 1990 yapımının aslında "ilk" olmadığını belirtmekte yarar var. Yönetmen Nicolas Roeg, hatıralarının yer aldığı The World Is Ever Changing isimli kitabında filmin piyasaya sürülmeyen orijinal versiyonunun çok daha vahşi olduğunu belirtiyor: "Evde, Cadılar filmi çekimlerinden sahnelerin olduğu VHS kaseti izlediğimizi hatırlıyorum... Ufaklıklardan biri kaçıp televizyonun arkasına saklanmıştı." Bu olaydan sonra filmdeki "hayli olağanüstü pek çok şeyi" kesip çıkartarak filmi daha az korkutucu bir hale getirmeye çalıştığını söylüyor Roeg.
Son bir söz de oyunculuklara
2020 yapımı Cadılar –bir süredir pek numarası olmayan– Robert Zemeckis'in yanı sıra Guillermo del Toro'yu da yaratıcı kadrosunda barındırmasına ve orijinal finale sadık kalan "mutsuzluğunda mutlu" bir kurguyla sonlanmasına rağmen 1990 yapımı ilk versiyonun oyunculuğunun (Octavia Spencer'ı tenzih edebiliriz muhtemelen), kuklalarının, usta işi makyajının yanında sönük kalıyor.
90'lar faresi açık ara gönlümün efendisi.
Burada ufak bir parantez açıp, 2020 yapımı filmin cadılara eklediği bazı "ekstra" özelliklerin engelli bireyler nezdinde rahatsızlığa yol açtığını ve filme olumsuz eleştiri olarak geri döndüğünü belirtelim. Roald Dahl'ın kitabında yer alan çizimlerdekinden farklı olarak cadıların üçer parmaklı olmaları ve bu durumu saklamak için eldiven giymeleri, filmi, bedensel engellerden mustarip insanların ve konuya hassasiyet gösteren kesimlerin eleştirilerine maruz bıraktı.
Limb difference is not scary. Differences should be celebrated and disability has to be normalised. #NotAWitch calls out ‘#TheWitches’ movie for portrayal of disability 👉 https://t.co/aSY1U6TymE pic.twitter.com/UCU87bUeV8
— Paralympic Games (@Paralympics) November 3, 2020
@WarnerBrosUK was there much thought given as to how this representation of limb differences would effect the limb difference community?! @ReachCharity @RoaldFull pic.twitter.com/kiTEAuYt7i
— Amy Marren (@amy_marren) November 2, 2020
Eleştirilerdeki haklılık payı başka bir tartışmanın konusu olsun; biz, yeni filmdeki CGI gösterisinin eski filmdeki makyajın yerini tutamayacağını söylemekle yetinelim. Eva Ernst rolündeki Angelica Huston, anılarının yer aldığı Watch Me adlı kitapta rolünün muazzam bir fiziksel çileye neden olduğunu söylüyor. Bugün dahi hayranlıkla izlediğimiz cadı makyajının yapılışı ve silip temizlenişinin altışar saat sürdüğünü düşünecek olursak, Huston'ın çilesini az da olsa tahmin edebiliriz.
Bazılarımız 2020 Eva'sından da korkacağız elbette ancak 1990 Eva'sından hepimiz korkmuyor muyuz?
Buna rağmen Angelica Huston'ın Eva Ernst performansı Anne Hathaway'inkisiyle kıyas dahi kabul etmez. Huston, bu hayalî kapışmanın mutlak galibi.
Bir Cadılar finali de benden
Böyle bir yazıya girişmek, her şeyin başladığı Roald Dahl kitabını okumadan ne denli isabetli bir iş oldu açıkçası pek emin değilim. Yine de her iki filmi izlemiş olmanın rahatlığıyla en azından filmler arasında bir kıyaslama yapacak kadar bilgiye sahip olduğumu düşünüyorum. 2020 yapımı Cadılar izlenmeyecek bir film değil elbette. Ama 1990 versiyonunu izlemeyen arkadaşlar yolculuğa bu ilk filmden başlarlarsa hikâyeden çok daha fazla keyif alırlar gibime geliyor.
Herkese iyi seyirler!