Geçtiğimiz haftalarda Luz üzerine bir iki şey çiziktirince müthiş bir coşkuya kapılmış, 18. !f İstanbul vesilesiyle izlemeye gideceğim The Nightshifter hakkında muhakkak sıcağı sıcağına bir şeyler yazmaya ant içmiştim. Elbette öyle olmadı. Filmi izlememin üzerinden yaklaşık iki haftanın geçtiği bugün, yapılması gereken diğer her şey önüme yığılmış halde, kulağımda bugüne kadar söylenmiş en güzel şarkılardan biriyle The Nightshifter'a dair hâlâ hatırladıklarımı kafamda bir sıraya sokmaya çalışıyorum.
Kısa filmlerin yönetmeni Dennison Ramalho'nun hem yönetmenliğini hem de Cláudia Jouvin ile birlikte senaristliğini üstlendiği bu ilk uzun metraj çalışmasında bir morgun gece vardiyasında çalışan Stênio adlı sümsük bir adamın hayatına ortak oluyoruz. Brezilya gecelerinde vuku bulan cafcaflı kriminal aktiviteler nedeniyle ölüsü eksik olmayan soğuk bir odada her gece ceset keselediği yetmezmiş gibi bu cesetlerle konuşmak gibi bir de garip yeteneği olan Stênio'nun kendi başına ördüğü çorapları konu alan süprizbozanlı bir sohbet için ilerleyen satırlara buyurun.
Boş endişelerle heba olan bir konu
Evet, ne diyorduk, Stênio ölülerle konuşabilmektedir konuşabilmesine ama gelin görün ki dirilerle pek arası yoktur. Karısı Odete ve iki çocuğuyla yaşayan bu adam kendi evinde bir misafir gibidir; dış kapının mandalı muamelesi gördüğü karısı tarafından sevilmemekte, arzulanmamaktadır. Yine de sesini çıkarmaz, kendi hayatında bir figüran gibi, müştemilat gibi yaşamayı sürdürür –ta ki, morga gelen cesetlerden birinden, karısının kendisini aldattığını öğrenene kadar.
Namuslu filmindeki Şener Şen tadında yaşayıp giden, sıçtın kabahat osurdun kabahat bir hayatın içinde debelenen Stênio karısının kendisini mahallenin esnafıyla aldattığını öğrenince hain bir plana girişir: Polis tarafından köşeye kıstırılıp öldürülen bir çete üyesinin cesedinin kendisine verdiği bilgiyi manipüle ederek kazanova esnafı öldürtmek ister. Ancak işler umduğu gibi gitmez ve çete karambolde karısını da öldürür.
Buraya kadar çok güzel ilerleyen hikâyenin bundan sonraki ikinci yarısında işler biraz boka sarıyor. Çok ilginç olabilecek bir konunun, izleyiciyi kendini tekrar eden klişe korku öğeleriyle korkutmaya çalışmak pahasına nasıl vasatlaşabileceğini izlerken buluyoruz kendimizi. Özetle; Stênio'nun ömür törpüsü karısı Odete, öldükten sonra, kendisini öldürtenin Stênio olduğunu öğreniyor ve çılgın bir ruh olarak Stênio ve çocuklara musallat oluyor. Filmin devamında alelade bir musallat olma hikâyesi izliyoruz işte. Boş iş. En sonunda Stênio da tıpkı karısının ruhu gibi son derece kötü bir makyajla ruhlaştırılmış diğer ölülerin arasına karışarak bilinmeze koşuyor ve böylelikle ailesini bu kötücül ruhun tacizlerinden kurtarıyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Stênio'nun konuşan cesetlerinin tövbe estağfurullah dedirten ifadelerini ilk gördüğümde filmin bir yerinde, bir şekilde yönetmenin manasız bir ispata girişeceğini üzülerek tahmin etmiştim. Ucuz efekt oyunlarıyla, izleyicisini korkutan büyük bütçeli filmlerin gölgesinde kalma endişesinde ve bu filmlere öykünerek çekilmiş gibi duran The Nightshifter'ın çok güzel bir konuyu bu uğurda harcamasına üzüldüm.
Buna gerçekten gerek var mı?
Hikâyenin başladığı yer
Ramalho'nun The Nightshifter'ı ilhamını Marco de Castro'nun yazdığı bir kısa hikâyeden alıyor. Bir dönem Brezilya'nın büyük gazetelerinden birinde muhabir olarak çalışan Marco de Castro, gazete için hazırladığı suç haberlerini mükemmelen yazabilmek için akşamları yürek karartan keşiflere çıkıyor; kurbanlar hakkında bilgi alabilmek amacıyla morg ziyaretlerinde bulunuyormuş. Bu ziyaretler vesilesiyle geceleri çalışan insanların yaşadıkları farklı bir dünyaya girip bu dünyanın sakinlerinin yani morg çalışanlarının çete savaşları sırasında ölen suçluların bedenleriyle nasıl ilgilendiklerini gözlemlemiş. Ekmek parası için yaptığı bu işe ek olarak Marco de Castro, mesai dışında da, korku hikâyeleri yazıyormuş.
Akşam morg ziyareti, sabah çete savaşı haberi, hafta sonları korku hikâyeleri... İşte size bombok bir hayat. Bu arada, The Nightshifter'ın henüz bir uzun metraj olmadan önce dizi olmak üzere tasarlandığını da ekleyeyim ki filme dair anlamlı bir bilgi vermiş olayım. Brezilyalı bir kanalla anlaşan Ramalho'nun The Nightshifter için yazdığı ilk sezonun senaryosunu okuyan kanal, hikâyenin fazla karanlık olduğunu ve çok şiddet içerdiğini söyleyip yan çizmiş. En sonunda taraflar projeyi diziden uzun metraj filme çevirmekte hemfikir olup orta yolu bulmuşlar.
Toplumundan modellenen bir film
Sinemadan çıkarken şu film hakkında yazmanın benim için bu kadar zor olacağını hiç tahmin etmemiştim. Belki filmle değil de havayla, hayatla ilgili bir şeydir tabii. Öğle arasında sıcaktan bunalıp halihazırda soğuktan biraz ürperiyor olmamla alakalıdır. Daha önce söylediğim, yaptığım ve kafamda listelenmeye muhtaç şeyleri bir türlü doğru sıraya oturtamadığım için de olabilir bu yazamama hali. Bugün, bu hafta geçmek bilmediği için olması da muhtemel. Bazen, çoktandır unuttuğumu fark ettiğim şeyleri aniden hatırlayıveriyorum. Bunlar öyle eski hatıralar ki, gerçekten yaşanıp yaşanmadığından bile emin olmak güç. Hepsini yaşadığımı varsayıp yola devam edeceğim elbette. Bu filmi izlemiş olmak dahil. Filmin bir yarısında, sağımdaki adamın telefonunu açmasıyla etrafa yayılan ışığa boş boş bakıp ne kadar uykumun geldiğini fark etmiş olmak dahil.
Neyse, bu kadar konuştuğumuz yeter. Finali Dennison Ramalho yapsın, Nightmare on Filmstreed için Jessica Rose'a verdiği söyleşiyle yapayım:
"Evde, ailesiyle sorunlar yaşayan Stênio çok 'içerleyen' bir insana dönüşüyor. Bu, maalesef, Brezilya halkında sık görülen bir özellik. Fakir olmalarına içerlerler Brezilyalılar, yanlış temsil edildikleri için içerlerler. Yaşadıkları bu sorunlar onları cinsiyetçi, ırkçı kimselere dönüştürür. Filmde Brezilya toplumunun mustarip olduğu bu hastalığı ve bu içerleme halinin suça, uyuşturucu ticaretine, çetelere ve çete savaşlarına nasıl mahal verdiğini anlatmak istedim. Bu doğaüstü film, Brezilya toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunları anlatıyor. Bu sorunlar, korkunun ta kendisi."