Hayatın köşesine bucağına alelade serpiştirilmiş Mahmutlar, sıradan bir mesai gününün bitiminde eve gitmeden önce bakkalda kısa bir mola verip, çalışırken eme eme bitirdikleri sigara paketlerini tazeliyorlar. Eve alınması gereken öteberi var mı? Bazı Mahmutlar danışmak için hanımlarını arıyor, yalnız yaşayan Mahmutların ise hafızalarını şöyle bir yoklamaları gerekecek. Yorucu bir günün ardından vadedilen evde çaylar su gibi akacak, televizyonda 180 dakikalık bir dizi... Yuvaya dönüş başlıyor.
Unabomber, üşüyen ayaklarını eve gider gitmez açtıkları kombilerin sıcağıyla ödüllendiren ortalama insanlar ile aynı hayata mahkûm edilmiş, ayılarla yıkanan dâhi bir bakir sosyopatın hikâyesi.
Gerçek bir hikâye
İdeolojisi gereği karşısında durduğu değerleri temsil eden insanlara posta yoluyla bombalar yollayan bir adam, onyıllar boyunca FBI'dan kaçmayı başarmıştır. Üniversite ve havaalanlarını hedef alması nedeniyle FBI tarafından Unabomber unvanının verildiği teröristin, kısa bir duraklama döneminin ardından insanları bombalamaya geri dönmesi nedeniyle, FBI onu yakalamasına yardımcı olması için Quantico'dan taze çıkmış FBI profilcisi Jim Fitzgerald'dan yardım ister.
Aslında dizi temelini yaşanmış bir hikâyeden aldığı için gerçek anlamda bir sürprizbozan var mı, emin değilim ama siz ilerleyen satırlar için yine de tetikte olun. Manhunt'ın üzerine teoriler üretilecek bir bilim kurgu yapımı olmaması nedeniyle, müsaadenizle, dizideki sinir bozucu anları yeniden hatırlayalım.
Acılarla dolu bir hayat?
Allah kimseye baş edemeyeceği dert vermesin demişler, Unabomber'ın acı eşiği düşükmüş. Kendisinden ayrılmak isteyen sevgilisine tepkisini kadına ithafen yazılmış ve tüm iş yerindekilerin okuyacağından emin olacak şekilde yerleştirilmiş "amın çürüsün kahpe" seviyesinde akıl almaz şiirlerle gösteren aşırı dahi bir adam olan Unabomber (Ted Kaczynski), kaderin sillesini derelerde ayılarla yıkanmadan önce pek çok kez kendince de olsa yemiştir.
Hayatla mücadelede dev bir eşik: El yapımı bomba.
Dev zeki olduğu için kendisinden iki yaş büyüklerle okuyan Ted, ilk en iyi arkadaşını bir kıza kaptırır mesela. Gece gündüz birlikte takılan ve izleyene ister istemez "acaba öpüşmüşler midir" diye düşündüren Ted ile en yakın arkadaşının arası sahaya giren bu yeni oyuncuyla birlikte açılır. Arkadaşı, Ted ile takılmayı bırakır; dünyanın en denyo çifti oldukları için yeni sevgilisiyle birlikte Ted'i taşlı sopalı kovalarlar falan.
Peki ya Ted, bu ihanetle baş etmek için ne yapar dersiniz? En yakın arkadaşının beyninde bomba patlatır elbette. Çünkü Unabomber. Ve böylelikle hayatla karşılaştığı ilk zorlukta, insan türünün kendisini hayal kırıklığına uğrattığı ilk seferde; acılarıyla yüzleşip onlardan ders çıkarmak yerine şiddete başvurur.
Daha sonra Ted, üniversiteye gider. Öyle mahalle arası üniversitesi de değil; Harvard'a kabul edilir çünkü aşırı zeki bir insandır. Üstelik henüz 16 yaşındadır. Ancak 50'lerin Milkshake ve Rock'n'Roll kokan atmosferinde saçmalıklar bir kere daha yakasına yapışır; kendisini CIA tarafından yürütülen gizli bir zihin kontrol deneyinin içinde bulur. Bir kere daha kalbi kırılır ama bu kez kimseyi patlatmaz, patlattıysa da senaristler bu bilgiyi izleyicilerle paylaşmazlar.
Aradan yıllar geçer, Ted hayata karşı iyice triplenir; kapitalizm, sanayileşme ve teknolojiye tepkisini onu temsil ettiğini düşündüğü kurumlarda çalışan insanları patlatarak koymaya başlar. Bu sistemden en büyük payı alan kodamanı bombalamaz da mesela, gider orta ölçekli bir kodaman olan müdürü bombalar. Ama insanları, onların ismlerine yolladıkları paketlerle bombaladığından, arada paketi açan başkası olursa onu da istemeden bombalamış olur. Fıtrat.
Ve Leblebici Fitz sahnede
Manhunt: Unabomber'ın kilit karakterlerinden biri Bombacı Ted ise diğeri de elbette, onu yakalayan Leblebici Fitz. Susak bakışları ve on dakika önce bir avuç leblebi yutmuşçasına beyaz dudaklarıyla alt kademe polislikten FBI profilciliğine yükselen Fitz hayatını Ted'i yakalamaya vakfeder adeta. Evi barkı, çoluğu çocuğu bırakıp Unabomber'ın kimliğini ifşa etmeye koyulur. Bu işi yaparken de dilbilimden yararlanır aydınlık kafalı bir kişi olduğundan.
Ancak FBI'ın kalanı bir vasatlar ordusundan oluştuğu için Leblebici Fitz'e sürekli köpek çekerler. "Git bize bir basın bülteni yaz, de'leri da'ları ayırmayı unutma" falan derler bir insanın tek cümlesinden onun sıçtığı bokun rengini anlayabilen adama.
Dudakların neden beyazlamış Fitzgerald? Yoksa sana da benim gibi Unabomber mı var?
Neyse tabii Leblebici Fitz asla yılmaz ve Bombacı Ted'in "Sanayi Toplumu ve Geleceği" isimli manifestosunu eline geçirir geçirmez gece gündüz çalışıp metni didik didik ederek adamın doğum yılından götündeki bene kadar neyi var neyi yoksa bulur.
Kötüler ve gerçek kötüler
Unabomber sevdiklerinin mutluluğundan huzursuzluğa kapılan ergen ruhlu bir dâhidir ve insanları patlattığı için hikâyenin "kötü" karakteridir ancak aydınlık tarafı temsil eden Leblebici Fitz'in varsayıldığı kadar aydınlık olmadığı da aşikâr. Fitz de en az Ted kadar kötüdür aslında, hatta belki biraz daha kötüdür.
Leblebici Fitz'i hikâyenin gerçek kötüsü kılan, Unabomber'ı yalnızca ve yalnızca kendisini tatmin etmek için yakalamak istemesinde yatıyor aslında. İnsanların bombalanıyor olması, teröristin tekinin ortalıkta dolaşmasının neden olduğu vicdani yükümlülük... Leblebici Fitz bunların hepsinden muaf. O, kendi geliştirdiği ve dilbilimi temeline alan teknikle, onyıllardır aranan "kötü" adamı yakalayan "iyi" adam olmak istiyor. Bu uğurda karısını çocuğunu da satıyor; doğru olanı yapmak için kuralları çiğneyen ortağını da tam bir şerefsiz gibi yakıyor it herif.
Adalet ve vicdana dair
Fitz ve Ted'in karşılıklı deha kasmaları, Hoca Hanım'ın Fitz karısından ayrıldıktan sonra içindan ona kadar sayıp "heh tamam oldu" diyerek adama derhal ve acilen yumulacak kadar öküz olması, dizideki herkesin biraz vasat olması ve daha nice garipliğin arasında beni naçizane düşüncelere sevk eden hususlardan biri Ted'in evine çıkan arama izni üzerine oldu.
ABD'de yasalar uyarınca, arama izninin geçersiz kılınması durumunda arama sırasında bulunan kanıtların da geçerliliğini yitirdiğini daha önce de duymuştum ancak bu konu benim kafamı kurcalıyor açıkçası biraz. Arama eyleminin suistimal edilmemesi için başvurulan yöntem, bir noktada, aleni bir suçlunun da elini kolunu sallayarak mahkeme salonundan çıkıp gitmesine neden olma riskini beraberinde getirmiyor mu? (hukuk terk)
İnsanı düşünmeye iten bir diğer konu ise aile mefhumu üzerine. Kendi kendime soruyorum; ben David'in yerinde olsaydım, kardeşimi ihbar eder miydim? Kant'tan beri tartışılan bu etik meselesi dizinin en kafa yorulası meselelerinden biri bana kalırsa (bu arada yengesi ta Paris'lerden nasıl yaktı adamı? Acayip).
Hikâyenin sonu
Velhasıl Bombacı Ted galiba üst üste sekiz tane falan ömür boyu hapis cezası aldı ve ömrünün kalanını, bir daha çıkma ihtimalinin bulunmadığı bir hücrede geçirmeye mahkûm oldu. Deli olarak paçayı kurtarmaktansa ölmeyi seçmesi ise bu garip adam açısından son derece tutarlı bir hareket.
"Keki hem yiyip hem de ona sahip olamayan" bir adamın, İngilizceyi doğru kullandığı için hayatının sonuna kadar ufak bir hücreye hapsedildiği bu hikâye şüphesiz tüm vasatlara derin bir nefes aldırıyor ve Bombacı Ted'in başına gelenler geride kalanlara şu mesajı veriyor: Siz yine de de'lere da'lara kafayı o kadar takmayın.