Discovery, Star Trek evreninde eşine rastlanmamış yeni keşiflere gebe olduğunu bir kez daha ispatlarcasına hızlı bir dönüş yaptı.
Hemen hatırlayalım; şimdiye kadar ahlaki temelleri bu kadar sallantıda bir kaptanımız olmamıştı. Evet, benzerlerini daha önce de gördük (örneğin; Riker'ın ilk kaptanı Pressman) ama bu elemanlar hiçbir zaman, tüm seriye yön verecek figür olmak şöyle dursun, en çok birkaç bölümlük konu mankenleri olmanın ötesine geçemediler. Kaptanına isyan eden bir kahramana da ilk kez rastlıyor sayılırız. Bu gözler daha önce Spock'ın bile kaptanının arkasından dümen çevirdiğine şahit olsa da hiyerarşide böyle bir çatışmayı Federasyon gemilerinde hiç görmemiştik -bu arada, hem Spock'ın hem de Burnham'ın otoriteye karşı tutumu, Sarek'in Vulkanlı bir ebeveyn olarak yeteneklerini sorgulamamızı gerektiriyor sanırım.
Eşcinsel çift mevzusuna girmek istemiyorum zira o yöndeki en büyük adımı 60'lar ABD'sinde bir beyazla bir siyahiyi ekranda öpüştürerek atan Star Trek, "radikal ilişki" mevhumunda hiç kimsenin gidemediği kadar uzağa çoktan gitmişti zaten. Üzücü bir şekilde, biraz "ben de, ben de"nin ötesine geçemeyen bir duyar çabası olarak görüyorum meseleyi. Spor motoru için ise ayrı bir sayfa açmak gerekiyor. Star Trek evreninin sürekliliğinde daha sonra hiç değinilmiyor olmasını bu serinin sonunda nasıl bağlayacaklar merak ediyorum doğrusu. Muhtemelen motorun ilk aşamalarda fark edilmeyen bir etkisi ortaya çıkacak ve Discovery'i yok edecek, sonrasında bu korkunç sonun tekrar yaşanmaması adına rafa kaldırılan proje Federasyon arşivlerine bir daha açılmamak üzere gömülecek... Son bölümdeki olaylar bu doğrultuda bize sunulan ilk işaret olabilir gibi geliyor.
İlk ters köşe: Yansı evren
Kendine Rağmen'in ilk ters köşesi tabii ki paralel ya da -Star Trek jargonuyla- "yansı" evren. Bana herkesin sayısız evrende sayısız kopyasının olması ve birbirine tamamen zıt karakter yapılarına sahip bu kopyaların her nasılsa geçişlerin yaşandığı anda hep benzer yaşam çizgilerinin benzer anlarında olmaları, alabildiğine kolpa gelmiştir. Gerçekte yan yana büyüyen yumurta ikizleri bile karakter farklılıkları geliştirip ayrı yollar tutabiliyorken, nasıl oluyor da aynı geminin tüm mürettebatı her paralel evrende aynı gemide görev alabiliyor? Evrimin attığı zarlar her evrende aynı gelirken ve insana uzanan yolda en küçük bir aksaklık yaşanmazken, tarih nasıl tepe taklak olabiliyor? Bilimkurgu zemininde dahi anlamak zor. Ama tabii ki, takılmıyoruz. Niye? Çünkü, takılırsak; Sorna Prime'ı katleden, Wurna Minör'de cadılığı ile nam salan "Kaptan Killy"i izlerken keyif alamayız!
Yeni yansı evren hikayesinin beni gerçekten şaşırtan tek yanı ise Vulkanlıların yine "iyilerin" saflarında yer almaları oldu. Adamlarda nasıl bir pusula varsa, aynanın önü-arkası fark etmiyor, her durumda tutarlılar; sadece yedi yılda bir şaşıyor. Sanırım bir ırkın paralel evrende karşıtlık sergilememesini de ilkler hanesine ekleyebiliriz.
İkinci ters köşe: Ash yoksa Voq mu?
İkinci ters köşemiz ise Ash'in travma sonrası stres bozukluğu (TSSB). Mahpus Klingon L'Rell ve Dr. Culber'la gelişen diyaloglarından anladığımız kadarıyla Ash'in TSSB'den, kelimenin tam anlamıyla, daha derin bir problemi var: İçine Klingon kaçmış! Uzaya nasıl çıktıklarını anlamakta zorlandığımız Klingonlar meğerse bir başka ırkı kendilerinin üzerine, üstelik tüm benliğiyle birlikte, giydirebilmenin yolunu bulmuşlar gibi görünüyor. Ya da en azından denemişler demek gerek, zira Ash'te bir şeylerin yolunda gitmediği aşikar. L'Rell'in önceden koşullandırdığı bir sinyalle içerisinde saklanan Klingon uyanacak gibi oluyor fakat Ash'in benliğine üstün gelemiyor. Ya da öyle hissettiriliyor... Bekleyip göreceğiz.
Şu saatten sonra Ash'in içinden albino Voq çıkarsa şaşırtmaz, zira kafası biraz ağır basan, naif bir Klingon olarak kalmıştı akıllarımızda kendisi.
Ash'in bölüme katkısı, Azınlık Raporu kahinine bağlayan astro-mikolog Stamets'in yavuklusu Dr. Culber'ı senaryodan çıkarması oluyor. Stamets'in misel kaplı gözleriyle bunu görüp görmediği meçhul olsa da, "düşman burada" çıkışlarıyla başka bir boyuttan farkındalık sergilediğine şahit oluyoruz. Sevgilisinin intikamını almak ona kalır mı bilmiyoruz fakat Ash'in muhtemelen bu sezonun sonuna doğru korkunç bir sonla denklemden çıkacağını tahmin etmek zor değil. Ayrıca, ilk ağızdan dedikodulara göre, doktorun hayata tutunması da kuvvetle muhtemel görünüyor; bakarsınız intikamını kendisi alır!
Gelecek geçmişte mi saklı?
Kendine Rağmen'in büyük bölümü olanı biteni izah etmekle geçse de sezonun geri kalan bölümü için sahneyi yavaştan kurma çabası da belirgin bir şekilde hissediliyor. Belki de bu yüzden bu bölüm Star Trek camiasının en güvenilir isimlerinden birisi olan Jonathan Frakes'e (namı diğer Will Riker) emanet edilmiş. Frakes'in ismi Star Trek filmlerinin yeni başlangıcında hayranlar tarafından dile getirilmiş fakat gerekli kulaklarda yankı bulamamıştı. Sıkı takipçiler bilir, Frakes Star Trek'e kamera arkasında da emek vermiş; sadece TNG'de değil, DS9 ve VYG'de de çokça bölüm yönetmiştir. Ayrıca, önemli Star Trek filmleri arasında gösterilen First Contact (ilk uzun metraj yönetmenlik denemesidir) ve Insurrection'da da imzası vardır. Açılışta ismini gördüğümde heyecanlandığım Frakes'in Discovery'de devam eden katkılarını umarım görürüz.
Serinin devamı için bir diğer dileğim de bu yansı evren meselesinin tadının kaçırılmaması ve ekibin ait oldukları evrene kısa sürede dönmesi. İşin bir de zaman çizgisi tarafı var ki, girmeye korkuyorum.
Discovery'de olaylar, TOS'tan 10 yıl öncesine, ENT'dan ise 90 yıl sonrasına denk gelen bir zaman diliminde gerçekleşiyor. Bu bölümde bahsi geçen USS Defiant'ın yansı evrene geçiş mevzusu ise TOS'te başlıyor ve ENT'de son buluyor -yani başlangıcından 100 yıl kadar önce! Evet, zamanda yolculuk. Gelecek bölümle birlikte Discovery de bu karmaşanın bir parçası haline gelecek -ki paralel evren ve zamanda yolculuk ayrı ayrı bunalımlar barındıran konularken birlikte nasıl olacak bilemiyorum.
Haydi hayırlısı.