Ana Sayfaya Dön

"Uyanık bir devlet adamı her zaman satacak bir şeyler bulur"

Arzu Nilay Kocasu / kitaplar, gökdelen

"Şu 2073 yılında, ülkede her şey özelleştirilmiş ve kendi elinde özelleştirip de ülkene katkıda bulunmanı sağlayacak hiçbir şey kalmamış sanıyor, ister istemez umutsuzluğa düşüyorsun; ne büyük devletlerin gözüne giriyor ne yurttaşı sevindirebiliyorsun. Başbakanlığın tadını da çıkaramıyorsun bu yüzden. Sonra birden senin gibi bir akıllı adam çıkıyor, 'Durun bakalım arkadaşlar, her şey bitmiş değil daha; şunlar, şunlar, şunlar da var' diyor..."

Aylar önce, Twitter'da takip ettiğim bir arkadaşın vesilesiyle okumaya karar verdim Gökdelen'i. Kendisi alıp okumuş, beğenmiş; esaslı bir distopya örneği olarak kütüphanesine yerleştirmiş. Heveslendim. Ben, hatırladığım kadarıyla, bizim memleketten çıkma bir distopya okumadım; en azından Gökdelen'e kadar. Bu konuda tavsiyeleriniz varsa beklerim.

Neyse ne diyordum, aldım Gökdelen'i gıcır gıcır. Arada açıp sayfalarını kokluyorum. Ancak işten güçten vakit bulamıyorum tabii doğru düzgün okumaya. Geçenlerde bir arkadaş, "Ben seni haftada bir kitap bitiriyorsun sanıyordum" dedi. Adam ne zaman görse kitap satın alıyorum, haklı olarak kafası karışmış. Alıyorum almasına da işten güçten mi desem, hayata dair genel bir bıkkınlık mı desem; işin aslı yıllar sonra yeniden Teen Wolf izlemeye başladım diye mi desem bilinmez; kitapları öğrencilik yıllarımda bitirdiğim kadar hızlı bitiremiyorum anlayacağınız.

Gökdelen'i bitirmek de epey bir vaktimi aldı ama kitabı beğenmediğimden değil, onu demek istedim. Bakın mesela şu sıralar Hasan Ali Toptaş'ın Kuşlar Yasına Gider'ini okuyorum; ben bu kitabı yaklaşık bir yıldır okuyorum. Bu kitabı okurken nice kitap bitirdim. Tabii, yine de bir kitaba kötü demeyi ne kendime ne de kitaba yakıştırmadığımdan; Kuşlar Yasına Gider'i pek beğenmedim diyeyim.

Gökdelen öyle değil. Gökdelen güzel. İçinde irili ufaklı pek çok aforizması olan; kendi güzelliğine kayıtsız arz-ı endam eden bir kuğu misali, sayfalara hoyratça dağılmış çok güzel cümlelerle bezeli bir kitap. Sizler muhtemelen Gökdelen'i okumuşsunuzdur ama ben yine de biraz özetleyeyim. Bundan sonrası hep sürprizbozan.

Bitmek bilmeyen bir "soylulaştırma" öyküsü

Yıl 2073. İstanbul. Her şeyin özelleştirildiği bir Türkiye'de, Temel Diker adında bir denyo, İstanbul'u yeni nesil bir New York haline getirme hevesiyle tüm eski binaları yıkıp sağa sola gökdelenler dikmektedir. Ancak Cihangir'de bir ev, evini satmak istemeyen Hikmet Baba yüzünden Temel Bey'in dev projesine sekte vurmaktadır. Bu evi yıkıp yerine anası Nokta Hanım'ın heykelini dikmek isteyen Temel Diker'in eski solcu avukatı Can Tezcan; haksız yere hapis yatmakta olan bir arkadaşını kurtaramamanın verdiği hırsla, müvekkiline yargıyı özelleştirmeleri durumunda Cihangir'deki ev meselesinin çözüleceğini söyleyerek Temel Diker'i işler. Temel Bey de fırsatçı pezevengin teki olduğundan, bu hayalin gerçekleşmesi için her türlü desteği vereceğini söyler ve böylelikle yargının özelleştirilme süreci başlar.

Can Tezcan'ın kendince "adaleti sağlamak" amacıyla koyulduğu bu özelleştirme yolculuğu tahmin edileceği üzere geri tepecek ve işler "kötüler" nasıl istiyorsa öyle gelişecektir.

Gökdelen
Photo by Justin Main on Unsplash

Can Tezcan: İyi mi kötü mü?

Açık konuşmak gerekirse Gökdelen'i sinirden kıvrana kıvrana okudum. Tüm karakterlerde bir yavşaklık, bir katakulliciliğin olduğu bir kitaba nicedir denk düşmemiştim sanırım. "En çok hangi karaktere sinirlendin?" derseniz vallahi de size cevabım Can Tezcan olurdu. Hatta iki karakter söyleme hakkım olsa Can Tezcan'ın yanına o kahpe karısı Gül Tezcan'ı da katardım. Yerden ısıtmalı bir gökdelen dairesinde, çalışmamayı tercih etmek gibi bir lüksle kuşatılmış halde, kolunun altına kıstırdığı Dostoyevski kitaplarında okuduğu hikâyelerle insanları, hayatı anladığını zanneden ve kendi imgeleminin ötesinin gerçek olmasına dahi ihtimal vermeyen davarın teki bana kalırsa Gül Tezcan.

Roman boyunca beni çok en çok etkileyen, hikâyenin merkezindeki "yasanın özelleştirilmesi" meselesinden çok karakterlerin evrimi oldu. Tüm kitabı Can Tezcan'ın yaşayacağı katarsisi bekleyerek okudum diyebilirim. Bu katarsisin Hikmet Baba'nın, kaderin bir cilvesiyle, "artık orada olmayan" bir Can Tezcan'ın hayatının dolaylı olarak parçası olduğunun ortaya çıkmasıyla yaşandığını düşünüyorum. Bu âna kadar ayılmamış olması bile Can Tezcan'ın ne kadar kusurlu biri olduğunu göstermiyor mu?

Hikmet Şirin gibi bir karakterin yaşadığı bir gerçeklikte dolanırken Can Tezcan'a ancak "kendince iyi" denebilir herhalde. Öte yandan, Mevlüt Doğan ve Temel Diker gibilerin oldukları bir dünyada Can Tezcan'a "kötü" demek ne kadar adil olur tartışılır. Yine de herkesin bir şeyleri kendilerince yaptıkları Gökdelen evreninde Can Tezcan, bende Sabri Serin'den gelen sıcaklığa denk bir his uyandırmayı başaramadı. Bana kalırsa Can Tezcan'ın en büyük sıkıntısı kötü biri olmasından ziyade iyi biri olduğuna inanmasında yatıyor. Kendi kendisini iyi olduğuna ve herkes için en hayırlısını yaptığına inandırdığı için oluyor ne oluyorsa, öyle olmuyor mu?

Hikâye nihayete ererken, tam memleketten kaçacakken, Yılkı Adamların şehre akınıyla rotayı yeniden yuvaya çevirmesi Can Tezcan'ın kendi kusurluluğunun bilincine varması olarak açıklanabilir belki. Roman o noktada sonlanmasaydı da birkaç sayfa daha devam etseydi, Can Tezcan'ın kahpe karısı Gül Tezcan adamı uçaktan dışarıya atıp rotayı gerisin geri İtalya'ya çevirirdi bu arada.

İnsan dediğin...

Elbette hikâyeyi bu kadar sinir bozucu yapan, karakterlerin kötülük ve aymazlıklarından ziyade sıradanlıkları aslında. Kitabı okurken Can Tezcan ve şürekâsı yargıyı bir masturbasyon aracı olarak kullandıkları için değil; kitabı kapatıp sokağa çıktığınızda onlara benzer çok ama pek çok insanla karşılaşacağınız için geriliyorsunuz. İnsan dediğin boş levha, demiş John Locke. Elbette bu başka bir tartışmanın konusu ancak bana kalırsa "vicdan" muhasebesi yapmayı öğrenmek herkes için ve her zaman emek gerektiriyor.

Vicdanlı ya da bilinçli bir insan olmak ne kadar kârlı, onu da başka zaman tartışırız.

"...Anlıyorsun ki satıp kurtulacağın çok şey var daha; bir güzel rahatlıyorsun. Evet, işin gerçeğine bakarsan, uyanık bir devlet adamı her zaman satacak bir şeyler bulur çünkü her zaman satılacak bir şeyler vardır... Ama daha dünyada hiçbir ülke böyle bir girişimde bulunmamışken yargıyı özelleştirmek Şeytan'ın aklına gelmez, böyle bir şeyi düşünebilmek için anasının... anasının gözü olmak gerekir."

We are the Arzu. Lower your shields and surrender your ships. We will add your biological and technological distinctiveness to our own. Your culture will adapt to service us. Resistance is futile.

Sonraki Makale

Deus ex Discovery