Hayat sürprizlerle dolu, kendinizi bazen aynı anda üç kitap okurken bulduğunuz olur. Kitaplardan birine tatilde başlamışsınızdır; bir diğerinin kapağını "Şöyle bir bakarım" diye açıp, kapatmaya kıyamamışsınızdır. Üçüncüsüyse, uzun bir aradan sonra geri döndüğünüz ofis masasında bulur sizi. Bitiş düdüğünün çalmasına dakikalar kala, sırf başka bir şey yapamayacağınıza ikna olduğunuz için "yalancıktan" ilk sayfayı okumak niyetiyle elinize alırsınız... ve sonra yine bir sürpriz olur; tüm kitaplar arasından o üçüncüyü, ilk sayfasına "yalancıktan" göz gezdirmeye niyetlendiğiniz kitabı bir günde bitirirsiniz.
Kız Kardeşim Seri Katil veya KKSK
Nijeryalı yazar Oyinkan Braithwaite'ın ilk kitabı Kız Kardeşim Seri Katil'i bundan birkaç zaman önce, henüz sadece My Sister the Serial Killer olduğu dönemlerde görmüş ve kütüphanemde okunmayı bekleyen 12 milyon kitabın en azından birkaç milyonunu okumayı başardıktan sonra okumak üzere zihnimdeki -sonsuzluğa uzanan- okunacaklar listesine almıştım. Kaderin cilvesi işte, bizim müdüre hediye gelen tüm kitapları darıya saldıran tavuk gibi alıp istiflediğimden, bir zamanlar masama koyduğum Kız Kardeşim Seri Katil'e aslında nicedir sahip olduğumdan haberim yokmuş.
Neyse, buraları geçelim ne de olsa kimsenin umurunda değil. Arkadaşlar ben son dakikada yapılan planları ve diğer her şeyi hesaba katacak olduğumuzda neredeyse bir aydır tatildeydim. Şu anda bilgisayarın ışığından gözüm seğiriyor, öyle diyeyim. Biraz boş yaparsam kusuruma bakmazsınız, zamanla düzelecek artık.
Kız Kardeşim Seri Katil -kısaca KKSK diyeyim müsaadenizle- çok kolay okunan bir kitap; okuma alışkanlığı olan herhangi birinin bir iki günde bitireceğini tahmin ediyorum. Öte yandan, okurken epey sinirlenmeniz mümkün. Bir kitap düşünün ki boş otobandaki Ferrari misali akıp gidiyor ancak içindeki tek bir karakterden bile hoşlanmıyorsunuz. Neden böyle oldu dersiniz?
Çünkü benim artık insanlara tahammülüm kalmadı be arkadaşlar. İnsan demek dert demek ve KKSK'de sayfa başına yaklaşık sekiz dert düşüyor: Sırf güzel olduğu için kendinde her boku yapmaya hak gören ve bu yönde cesaretlendirilen bir kız kardeş, sırf kız kardeşi daha güzel diye duyduğu kıskançlığı ahlaki bir ambalaja koyup kendisine ve millete satmaya çabalayan bir abla, aralara serpiştirilmiş birkaç hödük adam, bazı töreler ve tansiyon düşüren ataerkil meselelerle hikâyeye dahil olan başka hödük adam ve kadınlar... Her bölümü 190 dakika süren bir Ay Yapım dizisi gibi kitap anlayacağınız.
Ancak sanmayın ki KKSK kötü bir kitap; bilakis, ne güzel bir kitap bu KKSK. Kısa bölümler, beyin kıvrımlarına gereksiz baskı yapmayan sade bir anlatım, bitmeyen bir gerilimin eşlik ettiği "peki şimdi ne olacak" hissi, cinayet, karşılıksız aşk, kıskançlık...
İki kardeş bir herif
Hikâyenin protagonisti Korede, bir hastanenin çalışkan hemşiresi. Artık hayatta olmayan baskıcı bir babanın neden olduğu travmalar, kendisini pek de seviyormuş gibi durmayan bir anne ve okura her sayfasında abartıldığı kadar güzel olup olmadığını merak ettiren hoppa kız kardeşiyle yaşıyor. Çok güzel yemek yapıyor, ilişkilerinde mesafeli olmakla birlikte hastanedeki doktorlardan Tade adında epey efendi görünümlü bir dayıdan hoşlanıyor, sevecen, anaç bir kadın.
Kız kardeşi Ayoola ise çok güzel olduğu için ömrü boyunca yoğurdun hep kaymağını yemiş, güzelliğiyle her istediğini elde etmiş. Ancak, Ayoola, erkek arkadaşlarını öldüren bir seri katil. Korede de kız kardeşine sahip çıkmak niyetiyle kadının her cinayetini örtbas etmesine yardımcı olmuş bugüne kadar. Fakat günün birinde Ayoola hastaneye ziyarete gelip Tade'i radarına alıyor, daha doğrusu Tade Ayoola'yı görür görmez kaldırıp kadına koşmaya başlıyor, yazıklar olsun efendiliği yalanmış pezevengin. Hal böyle olunca, Korede'nin gözünde işin rengi değişiyor ve olaylar gelişiyor; işte böyle arkadaşlar tam bir gündüz kuşağı hikâyesi değil mi? Kitabı okurken içinizde kabaran dereotlu peynirli poğaça yeme isteğini durduramayacaksınız.
Biraz da sürprizbozanlı konuşalım
Hikâyeyi Korede'nin ağzından dinlediğimiz için başlangıçta Ayoola'ya ister istemez mesafe aldığımı itiraf edeyim. Yaptıklarının sonuçlarının farkında olan ve vicdan azabı nedir bilmeyen bir sosyopat olduğunu düşündüm. Ancak Korede de tam bir haminne be kardeşim. Sadece süslenip püslenmediği, çok iyi yemek yapabildiği, kenafir gözlü olduğu için değil. Korede'nin sorunu şu ki, bu kadın müthiş kafa açıyor dostum. Bir sal be kadın. Koyver gitsin yani, anlatabiliyor muyum? Üstelik sen nasıl bir köpeksin ki kadın cinsinin ikinci sınıf yaşam formu addedildiği bir kültürel düzende, hem de gözlerinin önünde sırf güzel diye kız kardeşine kaldırdığı halde, kardeşin ile elin pezevengini terazinin iki kefesine oturtup adamın daha ağır basmasına müsaade ediyorsun ergen âşıklar gibi?
Herkesin derdi kendine, birine önemsiz gelen diğerinin hayatını karartmaya yeter ama bazı dertler de dert değil. Örneğin Korede'nin âşksızlığı hikâyedeki en eğreti unsurlardan biriydi. Hele o final... Korede'nin Muhtar ile filizlenecek bir âşkın veya daha da güzeli, kök salacak bir dostluğun ihtimaline bile kız kardeşini bahane ederek kapıları kapatmasının fedakârlık olduğuna inanmadınız umarım.
Doktor Tade ile bir türlü istediği yakınlığı kuramadı çünkü topu hep adama attı. Tüm sıkıntılarını, günahlarını bilen ve onu zerre yargılamadığı yetmezmiş gibi kendisine minnet duyan -yani Korede'nin içindeki haminneyi besleyen- Muhtar'ıysa elinin tersiyle itip okura kitabın kapağını kapattırdı. Muhtar adında Nijeryalı bir adam, en azından bir akşam yemeğini hak etmiyor mu?
KKSK'deki eril tahakküme, kültürel kötürümlüğe kayıtsız kaldığımı düşünmeyin. Braithwaite'in toplumsal cinsiyet meselelerine değinmekle kalmayıp tüm hikâyeyi bu meselelerin üzerine kurduğunu fark edecek kadar Ortadoğu havası soluduk çok şükür. Babasının Ayoola'yı yaşlı bir adama deyim yerindeyse "satması", evli adamların karılarını genç ve muhtaç kızlarla aldatmalarının her iki cinsiyet tarafından da normal karşılanması ve kadından yana en büyük beklentinin güzellik olması gibi bizim coğrafyalar için bilindik olan birtakım hususları bir yana koyacak olursak, bunca yıldır pek çok coğrafyada gördüğüm ve bir nedenden her seferinde kendimi şaşırmaktan alıkoyamadığım "koşulsuz erkek sempatisi" bence toplumsal cinsiyet bağlamında kitaptaki en ilgi çekici şeylerden biriydi.
Yani, Korede'nin gözünde Ayoola'yı şeytan ve Tade'i kurban kılan neydi? Kadının "namussuzluğunun" tartışmaya açıldığı kamusal alanlarda sesi en çok çıkan o ortalama kadın figürüne hemcinsini bu denli hararetle yargılayıp ona hüküm giydirecek motivasyonu sağlayan nedir? KKSK'de bunu sadece âşkla açıklamak mümkün mü? Korede ergenliğinin baharında olsaydı belki. Ancak değil ve bu da bir âşk kitabı değil zaten.
Ne yapalım burada bitirelim artık benim İngilizce bitti. Herkese iyi günler diliyorum. Bizi cinsiyetsizlik kurtaracak, o yüzden yitip gitmeye mahkûmuz işte.