Ana Sayfaya Dön

Muhafız'a veda

Arzu Nilay Kocasu / diziler, hakan muhafız

İlk sezonuyla her şeye rağmen umut vadettiğine inandığımız, ikinci sezonunu izledikten kısa bir süre sonra hafızamızın puslu dehlizlerine fırlatıp attığımız ve üçüncü sezonunu izlediğimizi bile hatırlayamadığımız Hakan: Muhafız macerası dördüncü ve son sezonun ardından nihayete erdi. Ömrü final sezonundan çok daha evvel bitmiş bu "meh" dizinin helvasını kavurmaya yaklaşık iki sezon önce başladığım için bu ayrılıkta gözyaşı dökmeyeceğim. Kafam rahat.

İnsanın çok beğendiği bir iş hakkında yazıp çizmesi kolaydır; bir hevesle oturur, izlediğiniz/okuduğunuz o şeyin sizde uyandırdığı hisleri yazmaya koyulursunuz. Neticede geriye yalnızca elinizdeki yazıya dair estetik kaygılarınız ve işe duyduğunuz sevgiyi yazıya tam olarak aktarmayı başarıp başaramadığınıza dair ufak bir endişe kalır. İnsanın hiç beğenmediği bir iş hakkında yazıp çizmesi de kolaydır; yine bir heves oturur, bir kere daha işin size hissettirdiklerini kâğıda dökersiniz. Hikâyede sizi rahatsız eden neydi, sizi rahatsız eden o şeyin sizi rahatsız etme nedeni neydi; nasıl daha iyi olabilirdi... Biraz şaka yaparsınız hatta yazarken, bilhassa size bir şey katmayan ama kolay, hızlı tüketilen bir esere bulaşmışsanız kendinizi o eserin içinde bir yerlere koyup karakterler hakkında onlarla aynı boy mesafesinde yazmaya çalışırsınız –ki bu da epey eğlenceli sayılır.

Öte yandan, izlediğiniz şey sizde hiçbir hisse karşılık gelmiyorsa; yani size bir şey katmadığı yetmezmiş gibi vaktinizi çalacak kadar dahi kendisini size bağlayamıyorsa işte o iş hakkında yazmak zordur çünkü muhtemelen doğru düzgün izlemediniz, izler izlemez yazmak yerine ilham gelsin diye birkaç gün beklemek gibi bir hata yaptıysanız da zaten olan biteni çoktan biteni unuttunuz.

Velhasıl Hakan: Muhafız hakkında yazmak benim için hayli zor. Zaten, içinde bulunduğumuz dönemin gudubetliğinden olsa gerek, bir şeyler hakkında yazmak genel itibarıyla zorken bir de ivmesi bu denli düşen bir yapım üzerine ahkam kesmek, çok kabaca özetlemek gerekirse, zul geliyor biraz. Yine de öyle ya da böyle sonuna kadar geldiğim bir yapım için -geç de olsa- ufak bir veda yazısı yazmak hoş olur diye düşünüyorum.

Sezonlar arası kısa bir yolculuk

Ta ilk sezondan bugüne dizide hızlıca bir yolculuk yapalım... Hakan: Muhafız'ın birinci sezonu Kapalıçarşı çocuğu Hakan'ın günün birinde Muhafız olduğunu öğrenmesiyle başlıyordu. Kendisini İstanbul'u ele geçirmek isteyen bir grup Ölümsüz ile karşı karşıya bulan Hakan'ın bu savaştaki yardımcılarıysa sihirli birer hançer, gömlek ve yüzük ile kendilerine Sadık Olanlar diyen bir grup insandı. İlk sezonda kapanışı Ölümsüz Faysal'ın (Okan Yalabık) kötü insan olmadığı ve günün birinde aşkın kazanacağı kehanetiyle yapmıştım. Bu varsayımlarda neredeyse muvaffak olduğumu söyleyebilirim. Vasatı öngörmek 1986'dan beri bizim işimiz.

Hakan: Muhafız'ın ikinci sezonunda Faysal kendisi gibi Ölümsüz olan sevgilisi Rüya'ya kavuşmuş ancak ikili arasındaki birtakım çıkar çatışmaları bu destansı aşkın yara almasına neden olmuştu. Üçüncü sezona geldiğimizdeyse Ölümsüzler çetesinin lideri Vezir kod adlı yeni bir kötücül kadın hikâyeye dahil olmuş ve bu kötü varlığın sezonun başından beri ekiple takılan Nisan adındaki hanımkız olduğunu görüp kesinlikle hiç ama hiç şaşırmamıştık. İstanbul'u ele geçirmeyi kafaya koymuş Vezir'in motivasyonun kaynağının ise on beşinci yüzyıldan kalma bir gönül yarası olduğunu öğrenip ilk sezonun sonundaki kehanetimize geri dönmüştük. Bu esnada biraz içimiz geçtiği için mevzubahis sezon hakkında internet sitemize boş yapmayı atlamışız. Neyse ki kimse bizi okumuyor heheh (haykırarak ağlamaya başlar).

Dördüncü sezona kuşbakışı

Şimdi hatırlayacağınız üzere üçüncü sezonun finalinde İstanbullular Ölümsüz olup başı kıçı dağıtmış, Hakan ise zamanda yolculuk yaparak ilk Muhafız Harun'un bedenine girmiş ve karşısında Vezir'i görünce çok büyük mala bağlamıştı.

hakan-muhafiz-dorduncu-sezon-01 "Nasıl soruya soruyla cevap verme?"

Vezir'i on beşinci yüzyılda sevgilisi Harun'un öldürdüğünü ve kadının tüm bu İstanbul'u ele geçirme hırsının sevdiği adam tarafından öldürülmesi olduğunu bildiğimiz için zamanda yapılan bu yolculuğun öyle ya da böyle Vezir'in iyiler cephesine katılmasıyla sonlanacağını biliyorduk. Yine de dizi nihai finaline kavuşana kadar vasat bir işin parodisinden daha fazlasını izleyeceğimizi ummadık mı?

Pandemi nedeniyle anladığımız üzere insanlığın yüzde 80'inden bir cacık olmaz. Ölümlü haliyle yüzüne doğru düzgün maske takmayan bu hödük güruh, bir de ölümsüzlük hediyesini alınca iyice sapıtmasın da ne yapsın? Kafes dövüşleri, cinayet ve intihar simülasyonları, bitmeyen partiler ve hakikaten kötü kıyafetlerle ölümsüzlüklerinin tadını çıkaran İstanbulluları izlemek ilginç bir deneyim ve keyfi bir eziyetti diyebilirim. Tüm bunlar olurken Sadık Olanların finale hazırlanan üniversiteliler gibi tarih çalışmalarını ve Hakan'ın geçmişe yolculuğunda sorunun şanslarına tam da çalıştıkları yerden geldiğini görmek dizinin senaryosunda acayip kolaycılığa kaçılmış gibi hissettirdi bana. Yani muhtemelen kimse bu diziden Dark ters köşeleri beklemiyordur ama insan yine de ummadan edemiyor işte.

İşin aslı

Peki dört sezon süren bu tantananın sebebi neydi? Koca dünyada bir İstanbul neden bu denli önemliydi? Cevabı nihayet son sezonda öğreniyoruz: Doğu Roma İmparatoru Justinianus, karşı karşıya kaldığı bir ayaklanmayı bastırmak için Karanlık ile anlaşmış. Yapılan anlaşmanın bir parçası olarak Ölümsüzler İstanbul'a gelmişler fakat rahat durmadıkları için Justo anlaşmayı bozmuş; diğer Ölümsüzler de şehre gelmeden önce bir sarnıç inşa ettirerek bizim Ölümsüzlerin kendi diyarlarıyla aralarındaki bağı koparmış. Ölümsüzler kendi diyarlarına dönmek istemişler fakat Karanlık onlara izin vermemiş. İstanbul'u yok edip intikamlarını almadan yuvaya dönmelerini yasaklamış. Yaa işte böyle.

Son sezonla birlikte öğrendiğimiz bir diğer hakikat Hakan ve onunla birlikte tüm muhafızların aslında kim olduklarıyla ilgili. İlk Muhafız Harun'un babasının Faysal olduğunu ve dolayısıyla tüm Muhafızların bir Ölümsüz'ün soyundan geldiğini öğrenip aslında pek de şaşırmıyoruz. Bizi şaşırtan, geçmişe yolculuk yapan Hakan'ın, Harun'un bedenindeyken annesinin kendisine "Sen de onlardansın" dediğinde yaşlı kadını siklememesi.

Ve final

Bu yazıya başlayalı tam on dört gün olmuş. Arada bir yerlerde ipi koparıp Muhafız'ı da bu yazıyla birlikte rafa kaldırmışım. Hayatımın bir şeyleri dile getirmek, kendimi ifade etmek konusunda epey cimri olduğum bir dönemindeyim sanırım. İletişim kurma arzusu, yazıyla bile olsa, sadece ataklar halinde gelip hızla gidiyor. Belki de Muhafız bu kuraklığın bir kurbanıydı yalnızca; daha aydınlık bir günde daha güzel hatırlanmayı hakedecekti. Ya da bir sonraki yazıda bir diziyi, filmi veya kitabı değil de bir hissi tartışmak gerekiyordur belki. Bakalım, gücümüz olursa...

We are the Arzu. Lower your shields and surrender your ships. We will add your biological and technological distinctiveness to our own. Your culture will adapt to service us. Resistance is futile.

Sonraki Makale

Ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm?